Forever Ziyaretçi Nihai Biyo-Organik Silah Evriliş Diriliş Çöküş Kuruluş Başlangıç
Bizler İnkâr Edilemeyiz! -Forever Ekibi
  • 3666
  • 31

Orcuncharted

  • Forever Emektarı
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 832
    • Profili Görüntüle
Bir Raccoon Şehri Macerası
« : 22 Kasım 2013, 02:39:37 »
Evet... Geçmişte, bu çatı altında birkaç hikaye yazıp, sizleri Raccoon Şehri'nin çeşitli bölgelerindeki türlü türlü badirelerin atlatıldığı 'enteresan' maceralara konuk etmiştim. Kimi zaman güldük, kimi zaman sövdük ( :H ) Madem siteye kalıcı olarak döndüm, o halde bir başka macera ile yolumuza devam edelim :)

Giriş konuşmalarında rezil bir performansım olduğu için lafı fazla uzatmayı istemiyor ve yeni hikaye ile sizleri baş başa bırakıyorum... İyi seyirler :)


BÖLÜM 1: Belanın Adresi

Trenin hareket etmesi ile her bir birey, yorgunluklarının verdiği ruh halleri ile gözlerine kestirdikleri herhangi bir koltuğa kendilerini atıverdiler. Her ne kadar kısa süreceğini bilseler de, bunu dinlenmek için ikinci bir fırsat olarak görüyorlardı. Sanki arkalarını dönüp de maziye bakmış gibi, her bir birey, kasabaya attıkları ilk adımdan itibaren bulundukları ana kadar olan zamanda olup bitenleri, hafızlarından hızlıca gelip geçen anlık kareler ile hatırlamaya başlamışlardı. Hepsinin yüzünde, çok geçmeden yerini şaşkınlığa bırakacak olan bir mutluluk ifadesi vardı. , sanki haftalarca bu kasabadalarmış hissi veren o ruh halinden kurtulma aşamasının verdiği bir mutluluktu... Bu arada, trenin tamamıyla boş olması nedeniyle her biri iki kişilik koltuklara yayılmıştı. Her ne kadar bir yere yetişmeye çalışıyormuşçasına hızlı gidiyor olmalarına rağmen, hiçbir şey düşünmeden sadece trenin camlarından dışarı bakıyorlardı. Alıştıkları yerlere döndükten sonra yapmak istediklerini hayallerinde canlandırmaya başlayan Merve, Bilal, Cengizhan ve Yağmur, trenin inecekleri durağı geçmiş gibi frenlerini sıkması ile hayallerinden kısa süreli olarak kurtulup, gerçek dünyaya dönmeleri konusunda uyarıyor gibiydi.
Yüzlerini ‘iniyor muyuz?' şeklinde bir ifade kaplayan Merve, Bilal ve Cengizhan, dönüp, Yağmur'a baktılar.
"Yolculuğun bu kadar çabuk bitmemesi gerekiyordu," dedi Yağmur. Şöyle bir dışarı baktı. "ama tren oldukça hızlı gidiyordu."
"Hadi inelim o zaman...?" dedi Cengizhan. Oturduğu yerden kalkıp, yürüyerek kapıya doğru gitti. Yoksa kapılar kapanacak."
Yağmur'un bahsettiği yere geldiklerini ve inmeleri gerektiğini düşünen Merve, Bilal ve Yağmur, Cengizhan'dan sonra tekrar teker oturdukları yerden kalkmaya başladılar. Her ne kadar kasabadan tam olarak kurtulmadan rahata eremeyeceklerini bilseler de, nerede durduklarını da merak etmeye başlamışlardı. "Bir dakika..." dedi Yağmur. Trenden indikten sonra, farklı bir yerde durduklarını anlar gibi olmuştu. Neden böyle olduğuna da herhangi bir anlam verememişti. "İnmemiz gereken yer, burası değil... Yanlış mı geldik?"
 
"Yanlış yöne giden trene binmiş olmayalım?" dedi Bilal. O da en az Yağmur kadar şaşkındı. "Ama burası bana biraz tanıdık geliyor...?"
"Ne yönden tanıdık geliyor?" diye sordu Merve. Yüzünde tedirginlikle karışık bir merak ifadesi vardı. "Ne demek istiyorsun?"
Başını yukarı doğru kaldırıp da metronun gittiği yönlere bakan Bilal, bulundukları yerin neresi olduğunu tam olarak anladığında, hiç istemediği bir şeyin gerçekleşmiş olduğunu fark etmişti. "Geri dönün... Trene geri biniyoruz. Burası, olması gereken yer değil."
Merve: "Neden? Ne oluyor?"
"Yalnız bir şey dikkatinizi çekti mi bilmiyorum?" dedi Cengizhan. Bütün herkesin kendisine doğru bakışından sonra treni işaret etti. "Makinistin olduğu kısım yok."
Merve: "Bu tren bizi buraya nasıl getirdi?"
"Olaylar birden garipleşmeye başladı..." dedi Yağmur. Kafası karışmıştı. "Daha önceden böyle bir şey olmamıştı."
"Bunu daha önceden yaşamıştım..." dedi Cengizhan. Trene şöyle bir baktıktan sonra, Bilal, Merve ve Yağmur'a döndü. "Brookhaven Hospital'ın alternatif halinde, kontrol paneli olmayan bir asansöre binmiştim. O da aynı bu tren gibi beni kafasına göre bir yere götürmüştü. Bu da onun gibi bir şey oldu. Umarım olan biten her ne ise benimle alakası yoktur."
Cengizhan'ın konuşmasından sonra Yağmur ile Merve'ye bakan Bilal, arka tarafta kalan merdivenleri işaret etti. "Şu merdivenlerden çıkalım. Burada yapabileceğimiz bir şey yok" dedi. Silent Hill'den kurtulduk, ama Silent Hill'i mumla arayacağımız bir yere geldik."
"Pekala..." dedi Merve. Arkasını dönüp, Bilal'in işaret ettiği merdivenlere baktı. "Nereye geldik?"
Bilal: "Az bekleyin, göreceksiniz..."
 
FON MÜZİĞİ: Resident Evil 2 - Raccoon City Theme
 
Bilal'in rehberliğinde merdivenleri yavaş, ama emin adımlarla çıkan Merve, Yağmur ve Cengizhan, karşılarında en az Silent Hill kasabası kadar soğuk bir karşılama yapan başka bir mekan buldular. Tek tük sokak lambalarının oluşturduğu loş ışık havuzlarının, yağmurun etkisiyle ıslanan asfaltı az da olsa cilalanmış gibi parlattığı sokağa şöyle bir göz attılar. "Burası neresi?" diye sordu Merve.
"Şunu söylemem gerekir ki..." dedi Bilal. Şöyle bir etrafına baktıktan sonra Merve, Yağmur ve Cengizhan'a doğru döndü. "Raccoon Şehri'ne hoş geldiniz!"

"Hay s*keyim böyle şansı..." dedi Cengizhan gülerek. Yavaşça birkaç adım atarak Bilal'in yanına doğru geldi. "Arayıp da bulamadığımız şeyi nihayet bulduk... Ne güzel... Tabi, Silent Hill kasabasında başımıza aldığımız o kadar bela yeterli gelmedi. Kesmedi bizi... Daha fazlası gerekiyordu... Buyrun daha fazlası!"
"Şaka yaptığınızı söyleyin... Lütfen!" dedi Merve. Bacaklarının kendisini daha fazla taşımayacağını hissederek kaldırıma oturdu. "Yürüyecek halim kalmadı... Çok yoruldum!""Dinlenmek için zamanımız yok." dedi Yağmur. Endişeli adımlarla Merve'nin yanına doğru geldi. "Bence hiç oturma, Merve. Yoksa kalkama--"
Merve: "Nasıl yok? Ayaklarım beni taşıyamayacak. Sabahtan beri dinlenemedim... Ben şuraya uzansam da, işinizi bittiğinde geri dönüp, beni buradan alsanız?"
"Biz dönene kadar iskeletini bile bırakmazlar..." dedi Cengizhan. Arkasını dönüp, Merve'ye baktı. "Bu şehir öyle bir şehir ki, iddia ediyorum, Silent Hill kasabası bile bu şehrin yanında ‘evim' dediğin yer kadar güvenlidir."
Merve: "O kadar mı tehlikeli?"
"Evet; çünkü, ulaşmamız gereken nokta epey uzakta. Ayrıca Raccoon Şehiri'nin geçmişi oldukça karanlıktır. Bu nedenle de fazlası ile tehlikeli sayılır." dedi Bilal. Raccoon Şehri'nin haritasını kafasında canlandırmaya çalışarak Merve'nin yanına kadar gitti. "Bak şimdi, biz, şehrin doğu tarafındayız. Eğer yanılmıyorsam, tam arkamızda Raccoon Şehri Halk Koleji var. Ulaşmamız gereken nokta ise, Raccoon-Arklay hattının ilerisindeki herhangi bir nokta; çünkü, orası, şehrin kuzeybatı tarafındaki çıkışı oluyor."
Merve: "Peki bulunduğumuz yere yakın bir çıkışı yok mu?"
"Eğer hiçbir yere sapmadan bu yolu, yani Raccoon Yolu'nu dümdüz takip edersek, şehrin batı tarafındaki çıkışına ulaşabiliriz." dedi Bilal. Kısa bir süreliğine duraksadıktan sonra lafına devam etti. "Hmmm... Az önce söylediğimi unut..."
"Neden?" diye sordu Merve. Hafiften endişelenmişti. "Yoksa kötü bir şey mi oldu?"
Bilal: "Şehrin bulunduğumuz tarafında da, yani doğu tarafında da bir çıkışı var, ama ne yazık ki malum bir olaydan ötürü doğu ve batı çıkışları kapatıldı."
Merve: "Peki... Başka bir noktadan yine metroya binsek...? Mesela şehrin merkezinden? Buraya geldiğimiz gibi yeraltından çıkamaz mıyız?"
Bilal: "Metro hattı şehrin batı ucuna tam olarak gitmiyor. Bir yerden sonra ayrılıyor. Hem batı ucuna gitse de işimize yaramaz, ama kuzeybatı yönüne giden bir tane bulursak, belki bir şansımız olabilir."
"Anlıyorum... O halde en yakın noktadan başka bir metroya binmeyi deneyelim." dedi Merve. Ne var ki, az önce Bilal'in ‘Raccoon Şehiri'nin geçmişi oldukça karanlıktır. Bu nedenle de fazlası ile tehlikeli sayılır.' yorumu kafasının içinde bir anda yankılandı. O anda Bilal'in neden öyle bir şey dediğini sorma gereği hissetmişti. "Bir şey sormak istiyorum..."
Bilal: "Nedir?"
Merve: "Az önce ‘Raccoon Şehiri'nin geçmişi oldukça karanlıktır. Bu nedenle de fazlası ile tehlikeli sayılır.' dedin. Neden?"

FON MÜZİĞİ: Brian Crain - Voice from the Past

"Aslında bu epey uzun bir hikaye..." dedi Bilal. Merve'nin yanına oturdu. Her ne kadar bot ve trende biraz olsun dinlenme fırsatı bulmuş olsa da, sanki hiçbir şekilde mola verilmemiş gibi oturduğu yere çöküverdi. "Bu şehrin bir nevi sahibi olan Umbrella adında ilaç sanayisinde çalışan bir ecza şirketi vardı. Görünürde dünyadaki ölümcül virüslere çare arıyormuş gibi görünse de, aslında virüsleri geliştirerek biyolojik silahlar geliştirmeyi amaçlıyorlardı."
Merve: "Biyolojik silahlar mı?"
"Evet, biyolojik silahlar." diyerek cevap verdi, Bilal ve devam etti. "Neyse... Bu Umbrella şirketinde baş araştırmacı olarak çalışan bir adam, yani William Birkin, bu doğrultuda yeni bir virüs geliştirmiş, ama bunu şirketle paylaşmak yerine hükümete satmaya karar vermişti. Ne var ki, planı ortaya çıktı. Umbrella şirketi tarafından gönderilen özel bir birim tarafından saldırıya uğradı. Ama ölmeden önce, geliştirdiği bu virüsü kendisine aşıladı. Bunun sonucunda da, amansız bir yaratığa dönüşerek, intikam almak için kendini yaralayanların peşine düştü. Kanalizasyonda bahsi geçen özel birimi yakalayıp da öldürdükten sonra ise, T virüsünün su yolu ile tüm şehre yayılmasına neden oldu. Bir zamanlar gayet normal bir yaşamın devam ettiği Raccoon Şehri de işte gördüğün bu hale geldi."
"Bu korkunç bir şey!" dedi Merve. Duyduklarına inanamamıştı. Başını düşünceli bir şekilde önüne doğru eğdikten sonra tekrar Bilal'e doğru çevirdi. "Peki bu suyu içen insanlara ne oldu?"
"Bunu söylemek biraz acı verici." dedi Bilal. Dikkatini çeken bir taşı yerden alıp, şöyle bir inceledikten sonra rastgele bir tarafa bıraktı. "Hepsi birer yaşayan ölüye döndü."
Merve: "Ciddi misin?"
Bilal: "Ne yazık ki evet."
"Her ne kadar aynı kategoride olmasalar da, Silent Hill'de tanık olduğum olaylardan sonra etkilendiğimi açıkçası pek söyleyemem, ama yine de, normal insanların bir anda yaşayan ölülere dönmeleri tabi ki de korkunç bir şey..." dedi Merve. Raccoon Şehri Halk Koleji'nin bulunduğu tarafa doğru baktı. "Peki bu biyolojik silahlar ile ne yapmaya çalışıyorlar?"
"Güç hırsı..." diyerek cevap verdi Bilal ve devam etti. "Ürettikleri biyolojik silahlar sayesinde sınırsız bir güç kazanarak, dünya genelinde söz hakkı sahibi olmayı amaçlıyorlardı. Hatta bazıları daha da ötesini, keşfettikleri biyolojik silah virüsünü kullanarak, oluşacak olan yeni dünya düzeninin tanrısı olmayı istiyorlardı. Elbette bunu amaçlayanlar, şirketin sıradan çalışanları değillerdi. Onlar, yalnızca saygın bir şirkette çalışmanın şevkini yaşayarak, kendilerinden istenilenleri yapıyorlardı. Bu amacı asıl güdenler, en üst mevkide bulunan baş araştırmacılar ve şirketin kurucularıydı. Ancak hepinizin gördüğü gibi bu kibir, farklı sonuçlara neden oldu."
Yağmur: "Korkunç sonuçlara..."
Bilal: "Kesinlikle... Bunun bedelini ödeyenler ise masum insanlar oldu."

--------------------------------- FON MÜZİĞİ BİTİŞ NOKTASI ---------------------------------

Cengizhan: "Or***u çocukları!"
"Şimdi bir dakika!" diyerek ayağa kalktı Bilal. "Or***u çocuğu olanlar kimler? Soruna neden olan Umbrella mı? Yaşayan ölülere dönüşmüş olan şehir halkı mı? Yoksa yorgunluktan beni birkaç kişi görüyorsun da bana mı diyorsun, Cengizhan?"
"Şöyle sorular sormasan ölür müsün?" diye sordu Cengizhan. Arkasını dönüp, Bilal'e doğru baktı. "Silent Hill kasabasında da aynısını yaptın. Zevk mi alıyorsun?"
Bilal: "Ne bileyim...?"
Cengizhan: "Seninle bir sorunum yok, Bilal. Ben, Umbrella çalışanlarına sövüyorum."
"Konuşmanızı böldüğüm için üzgünüm," diyerek araya girdi Yağmur. Sesi korkudan titriyordu. Eli ile French yoluna da giden üç yönlü ayrımın bulunduğu tarafı işaret etti. "ama şu fil niye bizim bulunduğumuz tarafa doğru geliyor?"
Bilal: "Hayvanat bahçesi epey uzakta..."
Yağmur: "Hayvanat bahçesinin epey uzakta olması, üzerimize bir filin gelmekte olduğu gerçeğini değiştirmiyor ama...?"
"Önemli bir şey değildir... Yorgunluktan dolayı yanılsama görüyorsundur." dedikten sonra Cengizhan ile konuşmasına kaldığı yerden devam etti Bilal. "Hem bir de şu—"
Az önce adı geçen fil, yerde hissedilir bir titreşim oluşturarak yakınlaşırken, Yağmur'u haklı çıkarırcasına haykırarak hem Bilal'in lafının kesilmesine, hem de gruptaki herkesin yerinden sıçramasına neden oldu.
Bilal: "Euzubillah! Harbiden geliyormuş!"
"Ben demiştim..." dedi Yağmur. Merve'ye ayağa kalkması için yardımcı oldu. "Peki şimdi ne yapıyoruz?"
Cengizhan: "Sorunun cevabı gayet basit!"
Merve: "Kaçıyoruz...?"
"Tabanları yağlıyoruz *mına koyayım!" diye bağırdı Cengizhan. Filin geldiği yönün aksi tarafına doğru hareketlendi. "Koşun!"
Üstlerine doğru gelmekte olan filden hep birlikte kaçmaya başladılar... Gruptan hiçbir kimsenin ne yöne kaçmaları gerektiği konusunda herhangi bir fikri olan yoktu, ama ne var ki, bir şekilde filden kurtulmaları lazımdı. Şehre gelir gelmez başlarının belaya girmesi ile Silent Hill kasabasının gerçekten de Raccoon Şehri yanında hiçbir şey olmadığını anlamışlardı. Daha kötü olanı ise, ellerinde file karşı kullanabilecekleri hiçbir şey yoktu. Koşmaya devam ettikleri sırada, yorgun olduğu için fazla hızlı koşamamaya başlayan Merve, yavaş yavaş geride kalmaya başlamıştı. Bunu fark eder fark etmez hızını artırmaya çalışmıştı ki, ayağının burkulması nedeni ile dengesini kaybederek, yere düştü. Geride kalan Merve'nin düştüğünü fark eden Yağmur, Bilal ile Cengizhan'a seslenip, onların da durmalarını sağlamaya çalıştı. "Bekleyin! Bir sorunumuz var!"
Yağmur'un sesini sanki içinden gelen bir sesmiş gibi algılayarak duran Bilal, geri dönüp, bahsi geçen sorunun ne olduğunu soracaktı ki, Merve'nin yerden kalkmaya çalıştığını gördü. Yardım etmek için koşmaya tenezzül ettiği sırada, aralarındaki mesafenin, Merve ile peşlerindeki fil arasındaki mesafeden daha uzak olduğunu fark etti. Aradaki mesafe ve harekete geçilmesi gereken zaman oldukça azdı, ama bir şey yapılması gerekiyordu. Hızlı bir şekilde önce Cengizhan'a, ardından da Yağmur'a baktığı sırada sesinin duyulması ile ortaya çıkması aynı ana denk gelen bir otobüs, son hızla file çarptığı gibi Raccoon Şehri'ne ayak bastıkları metro istasyonunun duvarını yıktı. Oluşan kargaşa nedeniyle paniğe kapılan Merve, burkulan ayağına rağmen geri geri sürünerek kaçmaya çalıştı. Bunu bir fırsat olarak düşünen gruptan önce Yağmur, arkasından da Bilal, yardım etmek için Merve'nin yanına koştu.
Bu sırada, Cengizhan ise otobüsü kullananın durumuna ve kim olduğuna bakmak için kazanın meydana geldiği noktaya doğru gitmeye karar verdi. Her ne kadar aşina olsalar da, halen gizemini korkumakta olan pelerinli kahraman mıydı bunu yapan, yoksa başka birisi mi? Tıpkı Silent Hill kasabasında olduğu gibi bu şehirde de farklı bir ‘koruyucu melek'leri mi vardı? Aklından gelip geçen bu sorular ile temkinli adımlar atarak, olay mahaline doğru yaklaştı. Otobüsün soğumakta olan motorundan çıkan seslerin haricinde hiçbir hareket yoktu. Gözünün ucuyla file doğru bakan Cengizhan, kesin olarak öldüğünü anlamıştı. Az önceki o büyük gürültüden sonra ortamı kaplayan derin sessizlik, bu kaza sanki uzun bir zaman önce olmuş düşüncesine sevk etmişti Cengizhan'ı. Şöför mahalini görmek için uğraştı, ama ne yazık ki herhangi bir sonuca ulaşamadı. Etrafına şöyle bir bakıp, yerinden sökülmüş olan yol tabelası ile açılacak gibi duran arka kapıyı kangırtarak açtı. Bir yandan adımlarına, bir yandan da olası bir tehlikeye karşı dikkat ederek basamakları çıktı. Yolcu koltuklarına dikkat ede ede, en ön kısma kadar ulaştı. Görünen o ki ya ortada bir şöför yoktu, ya da otobüsü kullanan her kim ise kazadan hemen önce kendisini kurtarmaya çalışmıştı. Her iki durumda da otobüste yapabileceği başka bir şey olmadığı için dışarı çıkmaya karar vermişti ki, birden bir gaz kokusu almaya başladı. Eş zamanlı olarak da otobüsün arka tarafından hızla yaklaşmakta bir alev hattı gördü. Paniğe kapılan Cengizhan, hızla kendisini otobüsten dışarı attı. Arkasına bakmadan koşmaya başladığı sırada, henüz birkaç adım atmıştı ki, otobüs, kulakları sağır edecek kadar büyük bir gürültü ile havaya uçtu. Yerin ayakları altında titreştiğini hisseden Cengizhan, sanki birisi arkasından tüm gücü ile ittirmiş gibi ileri doğru atıldı. Ayaklarının kısa süreliğine yerden kesilmesi neticesinde kontrolsüz olarak yere düşen Cengizhan, başını yere çarpıp, bayıldı.


***********************************************************************


Raccoon İstasyonu'nun merdivenlerinden bilinçsiz bir panik halinde inmeye başlayan Cengizhan, Laymond bulvarındaki kadar şanslı olmayı umuyordu. Her ne kadar kaybetmekte olduğu kan yüzünden zaman zaman etraf bulanıklaşıyor ve gözleri kararıyor olsa da, kendisine mümkün olabildiğince hakim olmaya çalışıyordu. Ne var ki, birkaç defa düşme tehlikesi geçirdiği merdivenlerin en son basamağından da inerken, sanki bacakları bileklerinden kesilmiş gibi havada yürüdüğünü hissetti. Kenara doğru hafiften yalpaladı, ama şansı vardı ki en yakınındaki kolonun sayesinde düşmekten son anda kurtuldu. Bu arada, dayanıklı olmak konusunda da kendisini sürekli telkin etmeye çalışıyordu. Bir yandan dinlenip, bir yandan da etrafında herhangi bir tehlikenin olup olmadığına baktıktan sonra, dayandığı kolondan aldığı güç ile az ileride hafiften bulanık bir halde gördüğü metro trenine binmek için yürümeye başladı.
Trenin yanına ulaştığında, kapısının açılması için ortadaki düğmeye gücünün yettiği kadarıyla basmaya çalıştı. Kandan dolayı eli kayıyor olsa da, düğmeye basmayı başarmıştı. Kapı çok geçmeden açıldı. Bir an bile beklemeden içeriye giren Cengizhan, güçlükle yürüyerek, en yakınındaki koltuğa doğru kendisini bir külçe gibi bıraktı. Öyle ki, oturduğu yerden kalkabilecek gücü bir daha bulamayacağından kesin olarak emin olmuştu. Tek yapması gereken, Arklay Metro İstasyonu'na ulaşabilmek için trenin kalkmasını beklemekti.


LW

  • Site Kurucusu
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 561
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #1 : 22 Kasım 2013, 14:52:01 »
Üstad sen kitap falan yazmayı düşünsen diyorum artık. Hayır bu hayal gücü kesinlikle değerlendirilmeli. Aşmış bir bölümle başladın yine.


Orcuncharted

  • Forever Emektarı
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 832
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #2 : 22 Kasım 2013, 20:22:07 »
Üstad sen kitap falan yazmayı düşünsen diyorum artık. Hayır bu hayal gücü kesinlikle değerlendirilmeli. Aşmış bir bölümle başladın yine.

Kitap yazmak hiçbir şekilde tarzım değil, biliyor musun? ;D Hani romanları okurum, ama o romanı çıkaracak kadar uzun süreli yazamıyorum. Beni sıkıyor... O yüzden böyle mini hikayeler yazmayı daha çok seviyorum :)


LW

  • Site Kurucusu
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 561
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #3 : 22 Kasım 2013, 20:44:17 »
Bende de değişik olanı var, kitap okuyamıyorum çok sıkılıyorum, sonunu getiremiyorum ama makale olsa sayfalarca okuyorum. O yüzden anlıyorum.:D


Orcuncharted

  • Forever Emektarı
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 832
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #4 : 22 Kasım 2013, 20:59:38 »
Bende de değişik olanı var, kitap okuyamıyorum çok sıkılıyorum, sonunu getiremiyorum ama makale olsa sayfalarca okuyorum. O yüzden anlıyorum.:D

Demek ki birbirimizi tamamlıyoruz :D


Orcuncharted

  • Forever Emektarı
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 832
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #5 : 23 Kasım 2013, 13:10:50 »
BÖLÜM 2: Umbrella

Otobüsün havaya uçması ile ilgili olayın üzerinden çok geçmeden kendisine geldi, Cengizhan. Her ne kadar bilinci yerinde olsa da, kafası sanki yaz sıcağında birkaç saat kestirmiş gibi allak bullaktı. Nerede olduğunu öğrenebilmek için gözlerini yavaşça araladı. Metro istasyonunun yakınlarında olduğunu tahmin ediyordu, ama tam aksine, ne olduğunu pek algılayamadığı hafiften bulanık bir beyazlık gördü. Gözlerinin bulunduğu ortama kısa sürede alışması ile etrafını eskisi kadar net bir şekilde görür oldu Cengizhan. Şöyle bir sağına soluna bakarken, sol tarafında dikkatini çeken bir pencere, az önce baktığı bulanık beyazlığın kurum olmuş bir tavan olduğunu fark etti. Bir anda içini kaplayan huzursuzluk yüzünden kalkmaya çalışacaktı ki Cengizhan, o ana kadar dikkatini çekmemiş olan bir takım konuşmalar duydu. Başını çevirip, konuşmaların geldiği tarafa baktığında, Merve, Yağmur ve Bilal’in kim olduğunu anlayamadığı bir kişi ile konuştuklarını gördü. Ne konuştuklarını duymaya çalışırken, dışarıdan gelen birkaç el silah sesi, aynı mekanda bulunan herkesin önce irkilmesine, sonra da Cengizhan’ın bulunduğu taraftaki pencereye gelmesine neden oldu. Silahlı bir grup adamın, birkaç insanı gözlerini kırpmadan öldürüşlerine tanık oldular. Grubun dehşete kapılarak izlediği bu olay, dışarısının gerçekten de tekin olmadığının kanıtı gibiydi...
“Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu Yağmur. Dışarıdaki olayı izledikten sonra Cengizhan’a doğru yaklaştı. “Patlamadan sonra başını yere çarpmıştın...?"
Cengizhan: “İyiyim..."
“O otobüse ne amaçla girdin? Bir şey bulmayı mı umuyordun?" diye sordu Yağmur. İfadesiz bir yüz ile Cengizhan’a bakıyordu. “Ölebilirdin!"
“Ama ölmedim işte...?" diyerek cevap verdi Cengizhan. Yanlarına doğru gelmekte olan Merve’ye gözünün ucuyla şöyle bir baktı. “Hayattayım! Kendimi gayet iyi hissediyorum!"
Merve: “Bir dahaki sefere herhangi bir macera aramaya kalkışma, tamam mı?"
“Pekala..." dedi Cengizhan. Merve ve Yağmur’dan destek alarak sedyeden inip, Bilal’in oturmakta olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Hemen önündeki masada birkaç tane gazete vardı. İçlerinden en üsttekini, yani Raccoon City Post gazetesini önüne doğru çekti. İlk olarak ana sayfasına, ardından da iç sayfalarına şöyle bir baktı. "Şu gazetenin manşetine ve altında yazılanlara ve diğer sayfalardaki yazılara bir baksana… Hepsi de şehirde olup bitenlere karşı tepki içeriyor. ‘Arklay'daki Cinayetleri Çözebilecek Cesur Polisler Aranıyor!’, ‘R.P.D Neden Ani Ölümleri Açıklamıyor?’, ‘Umbrella Gayri Meşru Yoldan Biyolojik Silahlar Üretiyor’ ve bunun gibi bir sürü köşe yazısı var."
Birkaç saniye derin bir sessizlik oldu. Muhtemelen Cengizhan'ı dinlemiyordu bile Bilal; çünkü, başka bir gazeteyi okumakla meşguldu. Umbrella Şirketi hakkında bir delil bulabilmeyi umuyordu. Ne var ki, ortamı kaplayan derin sessizlik, Bilal'in "İşte bu kadın…" demesiyle son buldu.
"Hangi kadın?" diye sordu Cengizhan. Bilal’in kimi işaret ettiğini tahmin etmeye çalışıyordu. "Hangisinden bahsediyorsun?"
Eli ile okuduğu gazetenin sayfalarından birinde gözüne ilişen bir kadının resmini gösteren Bilal, "İşte bunu diyorum." diyerek cevap verdi. Cengizhan, anlamayan boş gözlerle kadına bakarken, Bilal ise sözlerine devam etti: "Bu kadın ile bundan aylar öncesinde bir sosyal ağ sitesi üzerinden görüşmüştüm. Kendisi bir gazeteci. Adı da Alyssa Ashcroft. Bana burada dönen olaylardan söz etti, ama Umbrella hakkında herhangi bir delil bulamadığından yakınmıştı. Her seferinde Raccoon Şehri Polis Departmanı'nın bazı olayları örtbas ettiğini, bu şehrin polis müdürü olan Brian Irons adlı bir adamın da gizli kapaklı işler çevirdiğinden şüphe ettiğini söylemişti."
Cengizhan: "Hoş kadınmış"
Bilal: "Evet, hoş kadın. Aradığım pek çok bilgiyi bana sunabilecek, yani özetle Umbrella'nın ipini pazara çıkarabilecek yetenekte birisi."
Cengizhan: "Pardon, ama bu kadını bulmak yerine, bu cehennemden kaçabilme yolu aramaya ne dersin?"
Bilal: "Zaten yapmaya çalıştığım şey de tam olarak bu, ama öyle elimi kolumu sallaya sallaya gitmeyi istemiyorum!"
"Peki bu planın tutabileceğini düşünüyor musun?" diye sordu Cengizhan. Hemen yanındaki sandalyeye oturdu. “Az once dışarıda olanları duymadın galiba?"
"Duydum…" dedi Bilal. Gazeteyi karıştırmaya devam ediyordu. “Silahlı bir grup, birilerine saldırdı değil mi?"
Cengizhan: “Evet ve hiçbir şekilde gösteri yapmadıklarından eminim. Tabi bu yakınlarda herhangi bir panayır yoksa, ki olsa bile millet şimdiden kan banyosu yapmaya başlamıştır."
Bilal: “İşin ciddiyetinin farkındayım…"
“Bu planın tutması biraz zor görünüyor." dedi yabancı bir ses. Cengizhan’ın kendisine doğru dönmesi ile kendini tanıtma gereği duydu. “Merhaba! Adım Berkay."
“Tanıştığımıza memnun oldum, Berkay." dedi Cengizhan, kendisine uzatılan eli sıkarak. “Daha önceden karşılaşmış mıydık? Adın pek yabancı gelmiyor."
Berkay: “Muhtemelen hayır, belki bir başkasına benzetmiş olabilirsin."
Cengizhan: “Olabilir…"
“Az önceki konuşmanıza kulak misafiri oldum da," diyerek lafına devam etti Berkay. “O dışarıdakiler USS, yani Umbrella Güvenlik Servisi askerleri. Misyonları ise Umbrella şirketinin neden olduğu olaylar zincirini örtbas etmek. Bunun için de, bu olaylar zincirini açığa çıkartmak isteyen herkesi sorgusuz sualsiz temizliyorlar. Yerinde olsam, bu planı bird aha gözden geçirirdim Bilal; çünkü, eğer size Alyssa Ashcroft ile iş birliği yaparken yakalarlarsa, herşey için çok geç olacak."
“Hah!" dedi Cengizhan. Sağ elini yumruk yapıp, sol elinin ayası ile üzerine vurdu. “Aldın mı cevabını…?"
“Tamam, zor görünüyor, ama imkansız değil!" dedi Bilal. Gazeteyi kaldırıp, az önce gösterdiği kadını işaret etti. “Onu bulursak, birbirimize destek olarak bu işi başarabiliriz!"
Cengizhan: “Eğer bu işi başarırsak, ‘ütopya’ sözcüğünün tarihe karışmasına tanık olabiliriz. Bunu da biliyorsun değil mi?"
Yağmur: “Bu kadar umutsuz olma bence Cengizhan… ‘İnanmak, başarmanın yarısıdır’ demiş, kim demişse ve Bilal inanıyorsa, ona yardım etmek de bizim sorumululuğumuzda."
“Pekala…" dedi Cengizhan. Yavaşça yerinden kalkarken, Berkay’a doğru baktı. “Sen de geliyorsun, değil mi?"
Berkay: “Maalesef…"
Cengizhan: “Neden?"
Berkay: “Çünkü, burada çalışıyorum. Görevimin başında bulunmam gerek."
Merve: “Görevin ne ki?"
Berkay: “Narkoz."
Bilal: “Narkoz…?"
Berkay: “Ameliyata girecek olan hastaları bayıltıyorum."
Cengizhan: “İyi de, bunu ameliyatı yapacak olan ekipten birisi gerçekleştirmiyor mu?"
“İşte ben o ekipteyim." dedi Berkay. Arkasında kalan bankoya yaslandı. “Ameliyata girecek olan hastaları bayıltmak ile görevliyim. Herhangi bir ameliyat öncesinde, bayıltılacak olan hasta yanıma gönderiliyor. Bu andan itibaren, hastanın benimle konuşmaya başlamasından sonra, nasıl oluyorsa muhabbet koyulaşıyor ve kendimi bir anda insanlığın yaradılışını sorgularken buluyorum. Gerçi bazen insanlık ile sınırlı kalmayıp, evrenin yaradılışını da sorguladığım oluyor. Tabi bayıltılacak olan hasta da bir dakikada kurduğum yetmişaltıbin kelimelik sohbete dayanamıyor ve bayılıyor."
Yağmur: “Herhangi bir ilaç kullanmıyorsunuz yani…?"
Berkay: “Aynen öyle…"
“Bir şey sormak istiyorum." diyerek araya girdi Bilal. Hemen arkalarında duran sedyede yatan adamı işaret etti. “Bu adam kim? Pek hasta olacak gibi durmuyor?"
Berkay: “O adam, ameliyatı gerçekleştirecek olan doktordu. Adı profesör doktor Soner ÇEKER, ama adamın benden çekmediği kalmadı."
Bilal: “Peki niye orada yatıyor?"
“Bir anlık dalgınlığına gelip, benimle sohbet etmeye kalkıştı… Bedelini ağır ödüyor." dedi Berkay ve devam etti. “Bakın, sizinle gelmeyi çok isterdim, ama bayıltmam gereken en az altı tane hasta var. Her biri için 76000 kelime desek, toplamda 456000 kelime demek. Epey zamanımı alacak."
Cengizhan: “Bu hesabı şimdi mi yaptın?"
Yağmur: “Yuh!"
Merve: “Bence de!"
Berkay: “Yok, daha önceden hesaplamıştım."
Merve: “Peki bütün hastaları bir araya getirip de, ortaya konuşsan olmuyor mu? Daha az konuşmuş olursun?"
“Hmmmm…" diyerek sesli düşünmeye başladı Berkay. Şöyle bir hastalara baktı. “Haklısın! Neden daha önce aklıma gelmedi ki?"
“Lafınızı kesiyorum ama…" diyerek araya girdi Bilal. Cengizhan’ın kendisine geldiği sedyenin bulunduğu tarafı işaret etti. “Şu dışarıdaki zibidiler burayı ba--"
Bilal'in sözü, ansızın kesilen elektrikle birlikte kesilmişti. Ortalık, en az Silent Hill'deki kadar karanlık ve tenhaydı. Üstelik buranın karanlık ve tenha bir yer olması, bir an evvel burayı terk etmek için gerekli bir sebepti. Ne yapacağını bilemeyen grup üyelerinden Yağmur, el yordamıyla kapıyı buldu, ama tam o sırada dışarıdan gelen bir feryat ve zombi uğultusuna benzeyen bir sesler, onları oldukları yere çivilemişti. Kısa süreli de olsa ortama hakim olan sessizliği Cengizhan'ın tepkisi bölmüştü: "Şansımızı s*keyim!"


LW

  • Site Kurucusu
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 561
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #6 : 24 Kasım 2013, 01:41:17 »
Yarın işlerimi bitirince ilk işim okumak olacak, hatırlamak için mesaj atıyorum hatta.:D


Orcuncharted

  • Forever Emektarı
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 832
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #7 : 24 Kasım 2013, 02:40:35 »
Tamam :D


Orcuncharted

  • Forever Emektarı
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 832
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #8 : 25 Kasım 2013, 00:03:41 »
BÖLÜM 3: Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri

"Şu an seni öldürsem, bu vesile ile cenabet şansımızdan kurtulabilir miyiz ki?" diye sordu Bilal. Şöyle bir Cengizhan'a baktıktıktan sonra kapıya doğru gitti. "Lanet olsun ki kendimizi koruyabileceğimiz herhangi bir silahımız yok."
Cengizhan: "Benim için hava hoş."
Bilal: "Yanımızda silah yok diye bunu söylemiyorsan, Allah da beni bildiği gibi yapsın!"
Cengizhan: "Kabul, elimizde silah yok diye böyle söyledim."
Bilal: "Tahmin et—"
"Allah muhabbetinizi artırsın..." diyerek araya girdi Merve. Pencereden dışarı bakıp, hastanenin önüdeki kaosu izliyordu. "Dışarıda ortalık birbirine giriyor ve siz burada oturup, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi geyik yapıyorsunuz...?"
Yağmur: "Az önceki olaylar mı?"
"Evet..." diyerek cevap verdi Merve. Sesi, yaşadığı gerilimden dolayı titriyordu. "Umarım bizi de yakalamazlar. Yoksa diğerlerinden bir farkımız kalmayacak."
Dışarıdan az önce gelen feryat ve zombi uğultusuna benzeyen seslerin kesilmesinden sonra kapıyı hafifçe aralayan Bilal, merdivenlerden sanki binaya düzinelerce askerden oluşan bir ordu girmiş gibi gelen ayak seslerini duyunca, arkadaşlarını uyarma gereği duydu. "Buradan derhal kaçmamız lazım!!" dedi. Şöyle bir etrafına baktıktan sonra, Merve'nin sağ tarafındaki pencereyi işaret etti. "Şuradaki pencereden çıkalım! Burayı basmaları an meselesi!"
En yakında olan Yağmur, herkesten önce koştu ve fazla ses çıkartmadan pencereyi açtı. Adımlarına dikkat ederek binanın dış cephesine geçti. Arkadaşlarının arkasından geldiğinden emin olduktan sonra, borusuna tutunarak, çatıya doğru çıkmaya başladı Yağmur. Çatıya güvenli bir şekilde ulaştıktan sonra, Merve de aynı yolu takip etti.
Cengizhan: "Gelmek istemediğinden emin misin, Berkay?"
Berkay: "Görevimin başından ayrılamam..."
Cengizhan: "Bol şans dilerim."
"Teşekkürler." dedi Berkay. Düşünceli bir şekilde Soner'e bakıyordu. "Umarım tekrardan görüşebiliriz."
"Umarım..." diyerek karşılık verdi Cengizhan. Akabinde Bilal'e dönüp, "Hadi sen de çık da, şu lanet olası binadan bir an evvel kurtulalım."
Binadan yukarı çıkanların USS askerleri olduklarını tahmin ettikleri için, işlerini şansa bırakmadan mümkün olabildiğince kısa sürede binayı terk etmek için Yağmur ile Merve'nin arkasından pencereden çıkan Bilal ile Cengizhan da yağmur borusundan son hızla çatıya doğru tırmanmaya başladılar. Ne var ki, bu hızlı tırmanışları, çatıya ulaşmalarına az bir mesafe kala kelepçelerden bazılarının duvardan kurtulması ile sekteye uğrayacak gibi görünüyordu. Öyle ki, boruların duvardan ayrılmaya başladığını fark eden Bilal, bunu Cengizhan'ın da bilmesi gerektiğinden emindi. "Dur Cengizhan, dur! Bekle!"
Neden durduklarına anlam veremeyen Cengizhan, kafasını kaldırıp, Bilal'e doğru baktı. "Neden durduk? Bir sorun mu var?"
Bilal: "Boruları duvara sabit—"
"Bilal! Cengizhan!" diye çatıdan bağıran Yağmur, Bilal'in lafını istemeden de olsa bölüyordu. "Neredesiniz?? Yardıma ihtiyacınız var mı??"
"Sanırım ufak bir sorunumuz var, ama açıklamak için zaman yok, Yağmur." diyerek cevap verdi Bilal. Akabinde tekrardan Cengizhan'a döndü. "Boruları duvara sabit—"
Duvardan ayrılan kelepçeler ile serbest kalan borular, Bilal ile Cengizhan'ı da yanlarına alarak, Raccoon Hastanesi'nin bitişiğindeki ağaçların üzerine parçalar halinde devriliyorlardı. Borularla birlikte ağacın üstüne doğru düşen Cengizhan'ın, az önce çıktıkları pencerenin hizasına geldiği anda gördüğü tek şey USS askerlerinin odaya dalışı, yere düşerken duyduğu sesler ise yine USS askerlerinin taşıdıkları makineli tüfeklerden duyulan boğuk mermi seslerine karışan canhıraş feryatlar ve cam kırılma sesleri oluyordu.
Ağaç dallarının yardımı ile hızları kesilen Bilal ile Cengizhan, herhangi bir yaralanma hadisesi yaşamadan, sağ salim yere inmeyi başarıyorlardı. USS askerlerinin düşüş sırasında kendilerini görmüş olabileceklerini düşünerek, yattıkları yerden derhal kalkıp, ağacın öteki tarafına geçtiler. Saklandıkları yerden fark edilmemeye dikkat ederek hastanenin kırılan penceresini gözetleyen Bilal, iç taraftaki askerlerden hiçbirinin kendilerini görmediklerini anlıyordu. Biraz açığa gelip, Yağmur ile Merve'nin çıktıkları çatıya doğru baktı. Kimse yoktu. "Umarım kızlar kaçmayı başarmıştır..." dedi. Akabinde Cengizhan'a döndü. "İyi misin?"
Cengizhan: "Bir şeyim yok... Dallar düşüşümüzü yavaşlattığı için şanslıyız."
Bilal: "Bence de..."
Cengizhan: "Peki bizim kızlara nasıl ulaşacağız?"
"Herhangi bir fikrim yok, ama USS askerleri onlara bizden önce ulaşırlarsa, helva tarifine ihtiyacımızı olacak." diyerek cevap verdi Bilal. Şöyle bir sağına soluna baktı. "Hastanenin öteki tarafına dolaşalım. Bir ihtimal yangın merdivenini kullanabiliriz."
Halen içeride olduklarını tahmin ettikleri USS askerlerinden dolayı pencerelere dikkat ede ede hastanenin öteki tarafına dolanan Cengizhan ile Bilal, yangın merdiveninin demir kapısının asma kilit ile kapatıldığını gördüler.
"Ben nedense şaşırmadım..." dedi Cengizhan. Asma kilidi birazcık olsun zorlamış, ama hiçbir sonuç elde edememişti. "Bu kapıyı her kim kilitlediyse, umarım anahtarı bir karafına kaçmıştır."
Bilal: "Amin..."
Cengizhan: "Peki şimdi ne yapacağız?"
"Bilmiyorum..." derdi Bilal. Sesi umutsuzluğa kapıldığını hissettiriyordu. "Umarım bizim kızlara bir şey olmamıştır."
"Peki bu yönde," diyerek, hastanenin batı tarafını işaret etti ve devam etti. "Merve ile Yağmur'un koştuğu tarafa doğru gitsek...?"
Bilal: "Eeee...?"
Cengizhan: "Belki onları o tarafta bulabiliriz?"
Bilal: "Peki... Gidelim..."

USS askerlerine dikkat ederek Raccoon Hastanesi'nin etrafını dolaşan, hayatları pahasına da olsa hiçbir tehlikeye aldırış etmeden, girebildikleri bütün sokakları adım adım araştıran Cengizhan ve Bilal, ne Merve'den ne de Yağmur'dan iz bulabilmişlerdi. Her bir köşesi tehlike kaynayan bu koca şehirde, nerede olabileceklerine dair en ufak bir fikirleri bile yoktu. Tek istedikleri, kız arkadaşlarının güvende olduklarını bilmekti, ama ne yazık ki bu sorularına ışık tutabilecek ne bir kimse, ne de bir ipucu vardı.
"Peki şimdi ne yapacağız?" diye sordu Cengizhan. Umutsuzca etrafına bakınıyordu. "Merve'ye anlattığın hikaye geldi de aklıma... Olayların nasıl başladığı ile ilgili hikaye... Şimdi onlar için daha fazla endişelenir oldum."
Bilal: "Ben de en az senin kadar endişeliyim... Kendilerini savunabilecekleri bir silah olsa yanlarında, bir şekile hayatta kalabileceklerini düşünürüm de, ama o da yok ki."
Cengizhan: "Nereye gitmemiz gerekiyor?"
Bilal: "Şu Raccoon Polis Departmanı'na gidip, bir kayıp ilanı falan verelim. Belki polisler bulabilirler...?"

FON MÜZİĞİ: Vangelis - 12 o`clock

Cengizhan: "Umarım hayatta kalan herhangi bir polis kuvveti vardır."
Bilal: "Oraya ulaştığımızda göreceğiz."
Cengizhan: "Ulaşabilirsek..."
Bilal: "Ha o da var. Ulaşabilirsek..."
Her ne kadar havası üşütmese de, dünyanın geri kalanı tarafından kapısına kilit vurulmuş eski bir ev ile aynı hissi uyandıran genel görünümü nedeni ile insanın içini ürperten bu şehrin karanlık sokaklarında yürümeye başlayan Cengizhan ile Bilal, etraflarına, sanki buraya ilk defa gelmiş gibi bakıyorlardı. Az ilerideki elektrik direğinin dibindeki hurdaya dönmüş olan araç, sanki o direğe asırlar önce çarpmış, kimileri yaşayan ölüler tarafından yenilmekten olan ölü insan bedenleri sanki asırlar önce ölmüş, etraftaki binalar da sanki asırlar önce terk edilmiş gibiydi... Raccoon Şehri, her yeri toz toprak bir halde günden güne, haftadan haftaya, aydan aya ve yıldan yılı çürümeye devam ediyordu. Zaman zaman esen rüzgar ise, yerlerdeki ölü yaprakları ve sokakları kaplayan çöpleri sürükleyerek, bu genel kasvetliği iyiden iyiye arttırıyordu. Ne var ki, bu derin sessizlik, bir takım bağırışmalar ve mermi sesleri tarafından bölündü. Bu hengame sesleri, sanki şehri ikiye ayırıyormuş gibiydi. Bir taraf derin sessizlikte eğlenirken, diğer taraf ise gürültü ve patırtıdan yıkılıyordu. Seslerin geldiği tarafa doğru koşan Cengizhan ile Bilal, Raccoon İstasyonu, Central-Raccoon Hattı ve Raccoon Sokağı'nın kesiştiği meydanda müthiş bir kaosun hakim olduğunu gördüler.

------------------------ FON MÜZİĞİNİN 01:46 NOKTASINDAN SONRA ------------------------

Ellerinde olmadan bir anda o müthiş kaosun içinde kalan Cengizhan ile Bilal, U.S.S. kuvvetleri ile R.P.D. kuvvetlerinin aralarındaki savaşa sadece seyirci kalabiliyorlardı. Meydan tam anlamı ile bir savaş alanına dönmüştü. Hayatta kalmayı başarabilmiş olan çoğu masum insanın U.S.S. askerlerinin mermilerine hedef oluşu karşısında dehşete kapılan Cengizhan ile Bilal, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Park halindeki herhangi bir arabanın arkasına saklanıp, ortalığın yatışmasını beklemeye koyuldukları sırada son hızla gelen bir polis arabası, intihar saldırısı yapar gibi U.S.S. kuvvetlerinin arasına girmeye çalıştı. Ama ne var ki, içlerinden hiçbirisine zarar veremeden, arkada kalan dükkandan içeri girerek durabildi. Muhtemelen o araçtan kurtulabilen olmamıştı.
Cengizhan: "Ne yapmamız gerekiyor?"
"Şu an senin bildiğinden fazlasını bilmiyorum." diyerek cevap verdi Bilal. Kafasını hafifçe kaldırıp, meydandaki kaosu izledikten sonra eğildi. "Tüm bildiğim, iki taraftan birisinin pes etmediği sürece bu savaşın bitmeyeceğiz."
Cengizhan: "Bu savaş saatler sürebilir..."
Bilal: "Biz de—"
Savaş sırasında bağıran birisi, Bilal'in lafının bölünmesine neden oluyordu. Her ikisi de bağırışmanın geldiği yöne bakan Bilal ile Cengizhan, bir U.S.S. askerinin kendilerini tespit ettiğini görüyorlardı. Tam kaçmaya yeltendikleri sırada, iki tanesinin daha yanlarına geldiğini fark etmeleri ile kaçacak yerleri olmadığını anlamaları bir oluyordu. Kendilerine silah doğrultan askerlerin tetiğe dokunmasına ramak kala çalan telefonu, belki de Cengizhan ile Bilal'in ölümden döndüklerinin habercisi oluyordu. Ta ki kafalarına birer darbe yiyip de bayıltılana kadar...

--------------------------------- FON MÜZİĞİ BİTİŞ NOKTASI ---------------------------------

Kendine geldiği anda ellerinin ve ayaklarının urganla bağlı olduğunu fark etti Bilâl. Başına yemiş olduğu darbeden sonrasını hatırlamıyordu. Ayıldığı anda hayal meyal bir adam gördü. Bulanıktı, ama zar zor seçtiği kıravattan, karşısındaki kişinin takım elbiseli birisi olduğunu anladı. Başını diğer tarafa çevirdiğinde ise, Cengizhan'ının da aynı kendisi gibi hoş olmayan bir muameleye tabi tutulduğunu anlamıştı. Takım elbiseli adam, Bilâl'in ayıldığını fark ederek söze girişti... "Emrimdeki askerlerin kabalığını bağışlayın, sayın Karakuş. Tahminimden de erken geldiniz. Tabi bir dostunuzu da getirmişsiniz."
"Sen kimsin?" diye karşılık verdi Bilâl. "Ellerimizi çöz ve bizi serbest bırak!"
"Açıkçası sizin için bir güzellik düşünmüyor değilim, sevgili dostlarım." diyerek verdi karşılık takım elbiseli adam. Yüzünde yarı alaycı bir sırıtış vardı. "Ama arkadaşlarınız bir süre daha bizim misafirimiz olacaklar."
Bilal: "Arkadaşlarımız...?"
Takım Elbiseli Adam: "Kasedi yerleştir Four-Eyes..."
Four-Eyes: "Hemen efendim!"
Takım Elbiseli Adam: "'Hemen efendim' değil, ‘Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri' olacak."
Four-Eyes: "Özür dilerim efendim, bir daha olmayacak."
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Umarım tekrarlamazsın."
Cengizhan: "S*keyim öyle hazretleri..."
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Ne dedin sen bakayım?"
Cengizhan: "' S*keyim öyle hazretleri' dedim."
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Vector..."
Vector: "Emredin Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri!"
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Ya da boşver... Şu kaseti izlediklerinde zaten lafını geri alacaktır."
Kaseti VCR'ye takan Four-Eyes, oynatma tuşuna bastıktan sonra geri çekiliyordu.
Hafif bir karlanmanın ardından ekrana gelen görüntüde, Merve ile Yağmur'un yere diz çökmüş ve elleri arkadan bağlanmış bir halde öylece durduklarını gördüler. Yanlarında da U.S.S. askeri olduklarını tahmin ettikleri iki kişi bekliyordu. İçlerinde birisi, elindeki kağıdı Merve'nin önüne doğru tuttu ve "Oku!" emrini verdi.
"Huzursuz rüyalarımda o kasabayı görüyorum," diyerek kağıttaki yazıyı okumaya başladı Merve ve devam etti. "Silent Hill. Günün biri—"
"Hass*ktir... Gerizekalılar, yanlış kağıdı vermişsiniz lan! Kayıttayız bir de *mına koyayım! Sıçtık yahu..." diyerek araya girdi kağıdı tutan asker. Arkasındaki masadaki kağıtları karıştırıp, doğru kağıdı bulduktan sonra tekrardan Merve'nin önüne tuttu. "Şimdi oku!"
"Sevgili Cengizhan ve Bilal," diyerek yeniden yazıyı okumaya başladı Merve. "Şu an bu kaydı izleyebiliyorsanız, biz hala hayattayız demektir. Ancak durum şu ki, eğer hayatta kalmamızı istiyorsanız, Umbrella Şirketi ile uğraşmayı bırakmanızı rica ediyorum."
Kasedin sona ermesinden sonra Cengizhan ile Bilal'e dönen Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri, "Nasıl buldunuz?" diye sordu. Gözlüğünü yavaşça çıkarttıktan sonra da lafına devam etti. "Açıkçası sizi bu yolla tehdit ettiğim için üzgünüm, ama başka çarem yoktu. Klasik ve etkili bir yöntem."
"Planımızı nereden öğrendin?!" diye çıkışmaya çalıştı Cengizhan. Ellerini ve ayaklarını bağlayan urgandan kurtulmaya çalışıyordu. "O kızları nasıl ele geçirdin?! ÇABUK CEVAP VER!!"
Four-Eyes: "Eğer yerinde olsaydım, saldırgan tavırlar içerisine girmeden önce düşünürdüm. Şu an zor durumda olanlar sizlersiniz, bizler değil."
Cengizhan: "Bilal, şu sürtüğe gözlüğünü ver de en azından adını hak etsin."
Four-Eyes elindeki silahın dipçiği ile Cengizhan'a vuracaktı ki, Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri araya girip, "Hayır, Four-Eyes. Buna gerek yok" dedi ve devam etti. "Lütfen diğer dostlarımıza, odalarına kadar eşlik edin."
Four-Eyes: "Emredersiniz efendim!"
Oldukça soğuk ve otoriter bir cevaptı. Bilal, Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri'nin ‘açıkçası sizin için bir güzellik düşünmüyor değilim, sevgili dostlarım'cümlesinden, kaderleri ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir tahminde bulunamıyordu. Silent Hill kasabasının sessizliğini mumla arayacağına dair bir tahminde bulundu. Bu adam ‘iyilik düşünmek' derken neyi kastetmişti?


Orcuncharted

  • Forever Emektarı
  • *
  • Çevrimdışı
  • İleti: 832
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Raccoon Şehri Macerası
« Yanıtla #9 : 25 Kasım 2013, 23:43:33 »
BÖLÜM 4: Umbrella'nın İpini Çekmek

Christine Yamata (Four-Eyes olarak da tanınır), Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri'nin yanına vermiş olduğu birkaç yardımcı asker ile Bilal ve Cengizhan'ı uzun ve insanın cesaretini kıracak kadar kasvetli olan orta genişlikteki bir koridordan geçirerek, odalarına götürüyordu. Dışarıda çakan şimşek ile aydınlanan koridor ile bu büyük malikane, korku filmlerindeki türevlerinden farksız hale geliyordu. Kız arkadaşlarının yardımlarını bekledikleri bir zamanda Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri ve yönetimindeki USS askerlerine esir düşmeleri çok talihsiz bir olaydı. Olası bir kaçış hareketinin her ne olursa olsun sonuçsuz kalacağını ikisi de adları gibi biliyorlardı. Uzun koridorda yürürken, kendilerini uzun süreli hapis cezasına çarptırılmış mahkum gibi hisseden Bilal ile Cengizhan, arada bir birbirlerine bakıyorlardı. Muhtemelen ikisinin de kafasında aynı soru vardı: "Biz buradan canlı kurtulabilecek miyiz?"
Ne var ki, periyodik olmayan aralıklarla çakan şimşeklerden birinin akabininde gelen gök gürültüsünü delen bir ses, Bilal ile Cengizhan'ı gözetim altında tutan ekibin dikkatini çekiyordu. Sesin nereden geldiğine bakmak için hızlıca arkalarını dönmeleri ile ortalığı kalın bir sis bulutunun kaplaması bir oluyordu. Kendisini gayri ihtiyari olarak yere atan Bilal, aynı gayri ihtiyari hareket ile Cengizhan'ın da dengesini bozup, yüzüstü yere düşmesini sağlıyordu. Çok geçmeden sisi delerek, deyim yerinde ise yaylım ateşi gibi gelen mermiler, halen ayakta olan tüm ekibin delik deşik olmasına neden oluyordu. Daha ne olup ne bittiğine anlam veremeyen Bilal ile Cengizhan, kendilerini bekleyen büyük bir sürprizden habersizlerdi. Öyle ki, sis bulutunun yavaş yavaş dağılması ile bombanın geldiği taraftaki camı kırılmış olan pencerenin önünde, Silent Hill kasabasında o son kaçışından sonra belki de bir daha karşılaşamayacaklarını düşündükleri koruyucu meleklerini görüyorlardı.
Dışarıda çakan şimşeğin yarattığı aydınlığın sis bulutunun içinden ışık hüzmeleri halinde geçtiği görüntünün arkasında duran pelerinli kahraman, ulaşılamaz bir ilahi güç görüntüsü çiziyordu. Yüzlerindeki belli belirsiz bir gülümseme ile birbirlerine bakan Cengizhan ile Bilal, yerden kalktıkları gibi pelerinli kahramanın yanına doğru koşmaya başladılar. Ona ulaşmalarına birkaç adım kalmıştı ki, kaçış yolunu yarattığından emin olarak pencereden atlayan pelerinli kahraman, yine her zamanki gibi kayıplara karışıyordu.
Hızlarını kesmeden pencerenin önüne gelen Bilal ile Cengizhan, dışarı baktıklarında herhangi bir hareket göremiyorlardı. Duydukları tek şey ise, etrafa yağmakta olan yağmurun sesiydi. Gizemli kahramanın nereye gittiğini tahmin etmeye çalışan Bilal, hemen aşağıdaki motorsikleti gördü. "Şuna bir bak Cengizhan!"
"Nereye bakayım?" diye soran Cengizhan, Bilal'in işaret ettiği yere, yani tam aşağıya doğru baktı. "O bir... motorsiklet!?!"
Bilal: "Aynen!"
Cengizhan: "Bizim şu gizemli kahraman, sanırım bize hayatımızın iyiliğini yaptı."
Bilal: "Umarım ne kadar hayati bir yardım olduğunun farkındadır."
"O halde ne bekliyoruz?" diye sordu Cengizhan. Pencerenin dış tarafına geçip, yağmur borusuna doğru uzandı. "Hadi gidip de Merve ile Yağmur'u kurtaralım!"
"Yalnız bu sefer tek tek inelim şu borudan!" dedi Bilal ve devam etti. "Önce sen in."
Cengizhan: "Tamam."
Cengizhan'ın sağ salim indiğini gören Bilal de vakit kaybetmeden aynı yağmur borusuna tutunarak ve ses çıkartmamaya dikkat ederek aşağıya indi. Etrafına bakıp da kimsenin dikkatini çekmediğinden emin olduktan sonra, yakından şöyle bir inceleme yapmak için motorsiklete doğru yürüdü. Her ne kadar pek meraklısı olmasa da, genel görünüş itibarıyla en son çıkanlardan bir tanesi olduğunu düşündü. Oldukça yüksek hızlara ulaşabileceği için, fazla vakit kaybetmeksizin Raccoon Şehri'ne geri dönebileceklerdi. Bu da, Merve ile Yağmur'u kurtarabilmek için yeterli zamanı kazanmış olacakları anlamına gelecekti.
FON MÜZİĞİ: Covenant - Bullet (HQ)
"Pekala..." dedi Bilal. Motorsikleti süzmeye devam ediyordu. "Bu şeyi kullanmayı biliyor musun?"
Cengizhan: "Bir defa kullanmıştım."
Bilal: "Herhangi bir can ve mal kaybına sebebiyet vermedin...?"
Cengizhan: "Hatırladığım kadarı ile vermemiştim. Verdiysem de ispatlayacak kimse yok."
"Ne güzel..." dedi Bilal. Motorsikleti işaret etti. "Neyse, şuna binelim de Raccoon Şehri'ne doğru yola çıkalım."
Sağanak halinde yağan yağmurun altında, etraflarını amansızca çevirerek sonsuzluğa doğru uzanıyormuş hissi yaratan karanlığı bindikleri motorsikletin ışığı ile bir bıçak gibi yararcasına Arklay Dağları'ndan aşağı inen Bilal ile Cengizhan, mümkün olabildiğince hızlı bir şekilde Raccoon Şehri'ne ulaşmayı istiyorlardı.
"İlk olarak Merve ile Yağmur'un esir olarak tutuldukları yeri bulup, herhangi bir başarısızlığa uğramadan, onları kurtarmaya çalışacağız." dedi Bilal. Sesini duyurabilmek için Cengizhan'ın kulağına doğru eğilmek zorunda kaldı. "Daha sonra da Raccoon Press'a gitmemiz gerekecek."
Cengizhan: "Niye Raccoon Press'e gidiyoruz?"
Bilal: "Çünkü Alyssa Ashcroft orada çalışıyor."
Cengizhan: "Yani...?"
"Sen balık hafızalı mısın, Cengizhan?" diye sordu Bilal ve devam etti. "Raccoon Hastane'sinde Umbrella'nın ipliğini pazara çıkartmak için Alyssa Ashcroft'tan yardım isteyeceğimizi söylemiştim ya? Unuttun mu?"
"Ha doğru... Hastanede söylemiştin." dedi Cengizhan. Motorsikleti belirgin ölçüde hızlandırdı. "O halde sıkı tutun!"


--------------------------------- FON MÜZİĞİ BİTİŞ NOKTASI ---------------------------------


Spencer Konağı'nın mermi sesleri ile yankılanan koridoruna çok geçmeden ulaşan iki USS askeri, karşılarında buldukları manzara karşısında paniğe kapılıyordu. İçlerinden birisi, durum raporu vermek için Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri'ni arıyordu. "Efendim! Acilen buraya gelmeniz lazım!"
Kısa bir süre sonra...


FON MÜZİĞİ: dj aligator-outro


Beraberindeki birkaç adamı ile vakit kaybetmeden çağırıldığı yere gelen Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri, koridora ulaştığında, karşısında bulduğu manzaraya içinde hafiften sızıntılar yapmaya başlayan volkanların olmasına rağmen, ifadesiz bir yüz ile baktı. Etrafa saçılan cam kırıkları, mermi kovanları ve sonradan dikkatini çeken bir sis bombası ile birlikte yerde yatmakta olan cesetler, işin ciddiyetini görsel olarak kendisine iletir gibiydi. "O kadar adama rağmen kaçmayı nasıl başardılar?" diye düşündü sesli olarak. Koridorun haline tekrar baktıktan sonra, yüreğini sızlatmaya başlayan adımlar ile sırtüstü yatmakta olan Four-Eyes'ın yanına doğru gitti.
Yanına vardığında, gözlerinin halen açık olduğunu fark etti. Yavaşça çömelip, eliyle bir kısmına kan bulaşmış olan saçlarına şöyle bir dokundu. O anda, kısa süreliğine de olsa, Four-Eyes'ın ekibe ilk katıldığı günden içinde bulunduğu ana kadar olan süreç, gözünün önünden film şeridi gibi geçti. "Bu ekibe ilk katıldığın günü hatırlıyorum... Okula yeni başlayacak bir çocuk gibiydin. Biraz ürkek, ama ekibine yarar sağlamak için fazlasıyla istekliydin. Kendimden aktardığım tecrübeler ile zaman içinde edindiğin tecrübeleri birleştirip, benim için ‘olmazsa olmaz'lar arasına girmiştin. Gözümün aradığı adamlarından birisi olmuştun. Birisi çok önceden yollarımızın bu şekilde ayrılacağını söyleseydi, saçmalamayı kesmesini isterdim, ama oldu işte... Yaşamayı asla istemediğim şu anda, seni son yolculuğuna uğurlamak zorundayım. Geri dönebilmen için ne yazık ki yapabileceğim hiçbir şey yok... Umuyorum ki ruhun, gittiği yerde huzur bulacaktır." dedi Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri. Kısa bir süreliğine Four-Eyes'ın cesedine baktıktan sonra, yumruğunu sıkıp, tüm gücüyle yere vurdu. "Bana Vector'u bulun."


FON MÜZİĞİ (BİR ÖNCEKİ ŞARKIDAN GEÇİŞ İLE): Hans Zimmer - Chevalier de Sangreal


"Emredersiniz efendim!" dedi USS askerlerinden birisi. Cebinden telefonunu çıkarttığı gibi Vector'e ulaştı. "Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri seninle konuşmak istiyor."
Vector: "Emredin efendim!"
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Birazdan odamda olacağım, Vector. Masamın altındaki çantayı hazır et."
Vector: "Emredersiniz efendim!"
Kısa bir süre sonra...
Öfkeli adımlarla odasına giren Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri, Vector'un hazır ettiği çantasına doğru yaklaştı. İçindeki şırıngalara dikkatlice baktıktan sonra, içlerinden bir tanesini aldı. "Beni buna mecbur etmeyecektiniz!"
"Efendim!" diye seslendi Vector. Bir yere gitmeye hazırlanan Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri'ni odadan çıkmaktan alıkoyduktan sonra, elindeki takip cihazını uzattı. "Bunu görmek isteyeceğinizi düşündüm."
Takip cihazının ekranına bakan Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri, "Kendinizi çok akıllı sanıyorsunuz, değil mi Bilal ve Cengizhan efendiler?" diye sordu. Öfkesi, keskin olan ses tonundan anlaşılabiliyordu. Detaylı görünüm için ekranın sol üst köşesindeki düğmeye dokundu. "Nereye gideceğinizi göremeyeceğimi düşünüyorsunuz...? Üzgünüm ki fazlası ile yanılıyorsunuz."
Vector: "Ne yapmamı istiyorsunuz, efendim?"
"Herhangi bir şey yapmana gerek yok, Vector." dedi Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri. Zalimce gülümseme ile adamına baktı. "Umbrella'nın ipliğini pazara çıkartmak için Alyssa Ashcroft'un yanına gittiklerini biliyorum, ama o kadının elinde hiçbir şekilde delil yok. Yani eninde sonunda buraya geri gelmek zorunda kalacaklar. Onları burada büyük bir sürpriz bekliyor olacak."
Odasından çıktığı gibi aşağıya, yani hapisanelerin bulunduğu kata doğru inen Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri, gardiyanların gözetimi altında Merve ile Yağmur'un tutulduğu hücreye girdi. "Merhaba hanımlar... Nasılsınız?"
Yağmur: "Seni görene kadar iyiydik..."
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Böyle yapma Yağmur, kalbimi kırıyorsun!"
"Dua et ki ellerim bağlı." dedi Yağmur. Tüm öfkesi ile Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri'nin yüzüne tükürdü. "İmkanım olsa da kafanı da kırsam!"
"Belki bir gün olur... Neyse... Buraya zaten sizinle atışmak için gelmedim." dedi Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri. Yüzündeki tükürüğü sildikten sonra devam etti. "Gördüğüm kadarıyla arkadaşlarınız olacak o iki zibidi, asi ruh havalarına girip, gözetimleri altındaki adamlarıma zorluk çıkartmışlar. Hatta bununla da kalmayıp, en güvendiğim adamlarımdan birisi olan Four-Eyes'ın hayatına mal olmuşlar. Şu anda da bir motorsiklet ile Raccoon Şehri'ne geri dönüyorlar. Sizce de bu biraz fazla değil mi?"
Merve: "Ne yaparsanız yapın ‘Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri', Bilal ile Cengizhan'ı hayatta durduramazsınız!"
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Evet, görünüşe göre o iki zibidinin Raccoon Press'e ulaşmalarını engelleyemem, ama onları benim yerime siz durdurabilirsiniz."
Merve: "O nasıl olacak ki?"
Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri: "Gardiyan!"
Gardiyan: "Emredin efendim!"
"Onu sabit tut." dedi Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri. Eliyle Merve'yi işaret etti. "Kımıldamasına izin verme."
Gardiyan: "Emredersiniz efendim!"
Çantasından aldığı şırıngayı çıkarttı. Tavandaki lambanın ışığında bir elmas gibi parlayan iğnenin ucuna şöyle bir bakıp, gülümsedi. Ardından Merve'ye doğru yürüdü. Üzerindeki kıyafetin kolunu, omzuna kadar sıyırdı. "Yapabileceğim başka bir şey yok." dedi Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri ve şırınganın ucundaki iğneyi Merve'nin koluna batırdı. "Sana yazık olacak, ama yine de merhametliyim; çünkü, kendini daha iyi hissedeceğinden fazlası ile eminim."


--------------------------------- FON MÜZİĞİ BİTİŞ NOKTASI ---------------------------------


Uzun bir yolculuğun ardından Raccoon Şehri'ne ulaşan Bilal ile Cengizhan, Raccoon Hastanesi'nin önünde durdular. Şehirdeki ilk gezintilerinin aksine, sokakların artık kan ve ete susamış olan yaşayan ölüler ile dolup taştığını gördüler. Artık dışarısı daha da tehlikeli hale gelmişti. Bu yüzden de, ilk olarak her nereye gideceklerse, mümkün olan en kısa sürede ve hatasız olarak gitmek durumundaydılar. Yollarının üzerindeki yaşayan ölüler, kendileri için zaman kaybından ve olası bir hatada ölüm tehlikesinden başka bir işe yaramayacaktı. Cengizhan, Yağmur ile Merve'nin nerede olabileceğine dair bir tahminde bulunmaya çalışırken, Bilal, "Aslında önce Raccoon Press'e gidip, şu Alyssa Ashcroft'u bulalım." dedi ve devam etti. "Çıktıktan sonra Merve ile Yağmur'a bakarız. Onlara Yüce Alper YEŞİLSU Hazretleri'den daha yakın olduğumuzu düşünüyorum."
Cengizhan: "Tamam... Ne tarafa gidiyoruz?"
"Saat onbir yönünde git ve ne yaparsan yap, kaza yapmamaya çalış." dedi Bilal. Hafifçe Cengizhan'ın omzuna vurdu. "Ben seni yönlendireceğim."
Kısa süre içerisinde Raccoon Press'e varan Bilal ile Cengizhan, yaşayan ölülere yem olmamak için, binanın ön kapısından içeri deyim yerinde ise baskın yapar gibi giriyorlardı. S.W.A.T. ekibini aratmayacak olan bu giriş sırasında binanın iç tarafında olan ve derin sessizliğin ortasında meydana gelen bu hengameden dolayı paniğe kapılan Alyssa Ashcroft ise, içeri girenlerin insan veya yaşayan ölü olup olmadığına bakmaksızın, tereddüt etmeden silahına sarıldığı gibi kısmi perişan olan Bilal ile Cengizhan'a doğrultuyordu. "Kıpırdamayın!!" diye bağırdı. " Olduğunuz yerde kalın!!"
"Durun, bayan Ashcroft!" diye bağırdı Bilal. Alyssa Ashcroft'u görür görmez tanımıştı, ama herhangi bir yanlış hamle yapmaktan da kaçınıyordu. "Bizler düşmanınız değiliz!"
"Kimsiniz o halde?!" dedi Alyssa Ashcroft. Bir an duraksar gibi oldu, ama olası bir yanlış harekette tetiği çekmeye hazırdı. "Bana kendinizi tanıtın!"
"Adım, Bilal KARAKUŞ." diyerek lafa girdi Bilal. Akabinde Cengizhan'ı işaret etti. "Bu da, arkadaşım Cengizhan KARACA."
"Bilal KARAKUŞ..." dedi Alyssa Ashcroft düşünceli olarak. "İsminiz yabancı gelmiyor... Daha önceden karşılaştık mı?"
Bilal: "Aylar öncesinde sosyal ağ üzerinden görüşmüştük, hatırlıyor musunuz?"
Alyssa Ashcroft: "Sosyal ağ...?"
"Evet, sosyal ağ! Burada dönen olaylardan söz etmiş, Umbrella şirketi hakkında herhangi bir delil bulamadığınızdan yakınmıştınız! Ayrıca her seferinde Raccoon Şehri Polis Merkezi'nin bazı olayları örtbas ettiğini, bu şehrin polis müdürü olan Brian Irons adlı bir adamın da gizli kapaklı işler çevirdiğinden şüphe ettiğinizi söylemiştiniz!" dedi Bilal. Aslyssa Ashcroft'a geçmişteki irtibatlarını hatırlatmaya çalıştığı sırada hissettiği heyecan yüzüne yansımıştı. "Hatırladınız mı?!"
"Bir dakika... Şimdi hatırladım!" dedi Alyssa Ashcroft. Herhangi bir insanın, doğruyu söylerken gösterdiği dört tipik davranışı aynen sergilediğini fark etmişti. "Demek o Bilal sensin...?"
Bilal: "Oh be... Sonunda hatırlatabildim!"
Alyssa Ashcroft: "Peki buraya neden geldiniz?"
Bilal: "Umbrella şirketinin ipliğini pazara çıkartmak istemiyor musunuz?"
Alyssa Ashcroft: "Evet de...?"
Bilal: "Biz aslında bu şehre dört arkadaş olarak geldik, ama—"
Alyssa Ashcroft: "Nasıl geldiniz? Ne amaçla geldiniz?"
"Ne yazık ki açıklayabilecek kadar bilgimiz yok. Zaten bu şehre gelmek gibi amacımız asla yoktu," dedi Bilal ve devam etti. "ama bir şekilde geldik işte. Şimdi de bir şekilde kurtulmak istiyoruz. Ne var ki, beraberimizdeki iki arkadaşımız, muhtemelen USS askerlerinin eline düştü."
Alyssa Ashcroft: "USS askerlerinin eline düştülerse, hayatta kalabilecek kadar şanslı olduklarını sanmıyorum."
Bilal: "Açıkçası biz de öyle, ama eğer kurtulabilme gibi bir imkanları olacaksa, çok geç olmadan bu konuda bir şeyler yapmayı istiyoruz."
Alyssa Ashcroft: "Peki ben ne yapabilirim?"
Bilal: "Bu konuda sizinle iş birliği yapmak istiyoruz...?"
Alyssa Ashcroft: "Nasıl bir iş birliği?"
"Biz sizin için Umbrella'nın ipliğini pazara çıkartmanızı sağlayabilecek delilleri sağlayalım, siz de bize arkadaşlarımızı kurtarma konusunda yardımcı olun." dedi Bilal. Bütün umutsuzluklarına rağmen konuşmaya devam etmeyi istiyordu. "Lütfen bu konuda bize yardımcı olun!"
"Hmmm... Pekala..." dedi Alyssa Ashcroft. Arkasındaki masada duran fotoğraf makinesini alıp, Bilal ile Cengizhan'ın yanına geldi. "O halde bunu alın."
Bilal: "Ne yapmamız gerekiyor?"
"Spencer Konağı'nın Umbrella şirketinin deneylerini örtmek için bir kılıf olduğunu duymuştum, ama içeri girmeye cesaret edemediğim için ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum." dedi Alyssa Ashcroft ve devam etti. "Eğer denilen doğru ise, benim için deneylerin yapıldığı laboratuarları ve kullanılan deneklerin fotoğraflarını getirin. Ben de arkadaşlarınız için ne yapabileceğime bir bakayım."
"Çok teşekkür ederiz bayan Ashcroft!" dedi Bilal sevinç ile. Kendisine uzatılan fotoğraf makinesini aldığı gibi tutması için Cengizhan'a verdi. "Elimizden geleni ardımıza koymayacağız!"
"Ayrıca şu silahı da alın." dedi Alyssa Ashcroft. Belindeki kılıftan M92F model tabancayı çıkartıp, Bilal'e uzattı. "Yalnız gerçekten zorunlu olduğunuz zamanlarda kullanın ve her şeyden önemlisi, tetiği çekmeden önce kime nişan aldığınıza dikkat edin."
Silahı dikkatli bir şekilde teslim alan Bilal, "Umarım kullanmak zorunda kalmayız." dedi.
"Umarım..." dedi Alyssa Ashcroft ve devam etti. "Mümkün olabildiğince dikkatli olun."
Bilal: "Siz de."


FON MÜZİĞİ: Conduits - Misery Train


Raccoon Press'ten çıktıkları gibi motorsiklete binen Cengizhan ile Bilal, ne yapacakları konusunda hemfikirdiler: Öyle ki, arkadaşlarının Raccoon Şehri'nin neresinde olduğunu bilmemelerine karşılık, ne yapmaları gerektiğini bildikleri bir amaçları vardı. Bu durumda da, arkadaşlarını aramak ile vakit kaybetmek yerine kendilerinden istenen fotoğrafları çekebilmek için Spencer Konağı'na geri dönmek, verilebilecek en doğru karar olacaktı.