BÖLÜM 4
Bu arada, İrem, amaçsızca başını kaldırıp gökyüzüne doğru baktığında, havanın kapalı ve her an yağmur yağdıracakmışa benzediğini gördü. Aslında bu tip havaları severdi, ama o an için, şehrin bu iç karartıcı görüntüsü nedeniyle huzursuz olmuştu.
"Kabus görmeye devam mı ediyorum?" diye fısıldadı İrem. "Ne oluyor?"
O anda hafiften esen bir rüzgar, kaldırımdaki solmuş yaprakları sürükleyerek götürdü.
İkisi de hafiften ürpermişti.
"Eve doğru gidelim mi?" diye sordu Berkay. "Belki yolda birilerine denk geliriz...?"
"Başka seçeneğimiz yok. En akıllıcası, dediğin gibi olacak."
BÖLÜM 5 Eve gitmek için arabaya doğru yürümeye başladılar.
Ancak İrem huzursuzdu. Sebepsiz yere ikide bir arkasına bakma gereği duyuyordu. Birisi tarafından takip edildiklerini düşünüyordu. Belki de takip edilmiyorlardı. Eğer şehir tamamen boş ise, o zaman kendilerini takip edebilecek kimse de yok demektir. Peki İrem'i bu düşünceye sevk eden şey neydi? Belki hiçbir şeydi. Belki de içindeki sesti. Bunu İrem'den başka kim bilebilirdi ki? Arabaya binmeden önce durdu ve son bir kez daha baktı.
İskelenin bulunduğu taraf, gökyüzündeki bulutların yoğunluğundan dolayı, bulundukları yere göre daha karanlık görünüyordu. Öyle ki, sanki karanlığın kalbini simgeleyen ürkütücü bir manzara vardı.
İrem, bu manzara karşısında donup kalmıştı.
"Geliyor musun İrem?" diye sordu Berkay. Bir süre bekledi. Ancak sorusuna herhangi bir yanıt alamadı. "İrem...?"
"Tamam... Geliyorum." dedi İrem. Gözlerini manzaradan zorla ayırarak Berkay'ın yanına doğru yürümeye başladı. İlk defa böylesine tuhaf bir durumla karşı karşıya kaldıkları için gördüğü manzara tüylerini ürpertmiş, kendisini bir garip hissetmesine neden olmuştu. Arabanın yanına vardığında Berkay ile göz göze geldi.
Berkay, ifadesiz bir yüzle İrem'e bakıyordu. Sevgilisinin o anki hareketleri kendisine son derece tuhaf gelmişti. Kendi iradesi dışında hareket ediyor gibiydi. "Ne oldu İrem?" dedi. "Nereye bakıyordun öyle pür dikkat?"
"Nereye bakabilirdim ki?" diye sordu İrem. "Karşıyaka tarafına bakıyordum."
"Neden?"
"Emin değilim, ama çok tuhaf bir manzara var. Böylesini hiç görmemiştik. İnsanın tüylerini ürpertiyor." dedi İrem. Ardından da Berkay'a doğru döndü. "Şehir nasıl bu hale gelmiş olabilir?"
"Ben de senin gibi ilk defa görüyorum İrem." dedi Berkay. Arabanın kapısını açtıktan sonra dönüp Karşıyaka'ya baktı. "Ne olduğu hakkında benim de herhangi bir fikrim yok. Bu kadar insanın bir anda ortadan kaybolmasına nasıl bir cevap bulunabilir ki?"
"Haklısın. Saçma bir soru sordum."
"Hayır sormadın. Doğal bir tepkiydi, ama ben de senin gibi bilmiyorum. Sorularımız bir süre cevapsız kalacak. Ta ki ne olduğunu öğrenene kadar." dedi Berkay. "Hadi bin arabaya da eve gidelim."
"Pekala." dedi İrem ve sessizce arabaya bindi. Gözüyle hala etrafı tarıyordu. Kendilerinin haricinde başka bir insan yüzü görmeye çalışıyordu. Ancak kimse yoktu. Dönüp tekrar eve baktı.
Bu arada, Berkay da arabaya bindiği gibi motoru çalıştırdı.
"Unuttuğun bir şey yok değil mi?"
"Olsa ne olacak ki?" dedi İrem. Sesinde alaycı bir ifade vardı. "Çalacak kimse yok."
Bu cevap karşısında sessiz kaldı Berkay. Derin bir nefes aldı. Yola doğru baktıktan sonra gaza bastı.
Evin önünden ayrıldılar.
Apartmanın önüne gelene kadar yolda kimseye denk gelmediler. Etrafta kimsecikler yoktu. Yavaş yavaş şehirde tamamıyla yalnız olduklarından emin olmaya başlamışlardı. Bunun farkına vardıklarında, şehir onlar için daha da karanlık ve soğuk gelmeye başlamıştı.
İrem birden titreyiverdi.
"Üşüdün mü?"
"Birazcık." diye cevap verdi İrem. Girne bulvarının iç taraflarına doğru giden yola bakıyordu. Düşünceli olduğu her halinden belliydi. "Sence başımızı derde mi soktuk? O eve tekrardan girmemiz bir hata mıydı?"
"Bilmiyorum. Gerçi başımızı derde soktuysak bile artık bunun bir anlamı yok, İrem." dedi Berkay. "Endişe etmek için artık çok geç oldu."
"Haklısın... İş işten geçti." dedi İrem. Berkay'a döndü. "Peki şimdi ne yapacağız?"
"O evde anlattıklarına göre, boynunda asılı olan muskayı, Cemre toprağa verilirken onun boyuna asmıştın değil mi?"
"Evet, öyle yapmıştım."
"Muska bizim elimizde, ama o eski eve nasıl geldiğini bilmiyoruz. En azından ben bilmiyorum." dedi Berkay. "Yapmamız gereken şey, muskanın o eski eve nasıl geldiğini veya neyin getirdiğini çözebilmek. Bunun için de, Cemre'nin yattığı mezarlığa gitmemiz lazım, ama öncesinde, kendi evimizi de bir kontrol edelim."
"Tamam canım. Hadi gidelim o zaman...?"
Birlikte arabadan inip apartmana doğru yürüdüler. Apartmanın kapı hafif aralık duruyordu.
İrem kapıyı ittirerek açıp içeri girdi.
Hemen arkasından da Berkay girdi.
En üst kata kadar çıkıp evin kapısının önüne geldiklerinde, İrem bir tuhaflık olduğunu hissediyordu. İçinde gereksiz bir şüphe vardı. Anahtarı kapının kilidine sokup hafifçe iki kere çevirdi.
Kapı normal bir şekilde açıldı. Herhangi bir anormallik yoktu.
Eve girdiklerinde, burunlarına müthiş bir rutubet kokusu geldi. Öyle ki, içerisi sanki yıllardır temizlenmemiş gibi bir his uyandırıyordu. Buna bir de havadaki ince toz katmanı da eklenince, İrem birden bire garip duygulara kapıldı.
Kardeşi Cemre hayattayken, bu evde çok hoş, çok tatlı anıları paylaşmışlardı. Ancak şu anda, o anılardan, o günlerden oldukça uzaktaydı. O kadar ki, sanki o günler hiç yaşanmamış veya tanımadığı bir kız, onun hayatını yaşamış gibi hissediyordu. Kendi kendisine 'neden böyle oldu?' sorusunu soruyor, ama herhangi bir yanıt bulamıyordu. Çözümü kendi içinde saklıydı, ama ona nasıl ulaşacağını bilemiyordu.
İrem'in birden bire durgunlaşmasına anlam veremeyen Berkay, yavaşça arkasından yaklaşıp "Ne oldu?" diye sordu. "Neden böyle durgunsun?"
"Yok bir şey..." dedi İrem. "İyiyim."
"Emin misin?"
"Evet canım, eminim."
"Pekala." dedi Berkay. Eliyle evin arka odalarına giden koridoru işaret etti. "Odaları kontrol edeyim. Eğer İlginç bir şey bulursam, seni de çağırırım."
"Tamam canım." dedi İrem. "Ben de balkona çıkacağım."
"Pekala, ama dikkatli ol." dedi Berkay. Ardından da ilginç bir şeyler bulmayı umarak evi gezmeye başladı.
İrem de balkona doğru yöneldi. Kapının önüne gelip bir süre durduktan sonra dışarı çıktı. Balkon demirlerine yaslanarak etrafı seyretmeye başladı. Akabinde gözlerini kapattı.
Cemre ile İrem, evin bahçesine girmenin bir yolunu arıyorlardı. İlk olarak, bahçe kapısının üzerinden atlamayı düşündüler. Ancak ya İrem ya da Cemre girecek, geriye kalan her kim ise, bahçeye ulaşmak için alternatif bir yol bulmak zorunda kalacaktı. Bunun yerine, alternatif yolu bularak evin bahçesine girmeyi düşündüler.
İrem, etrafına bakarken, Cemre'nin sol tarafında duran ara sokağı gördü.
"Cemre, şu sol tarafta kalan ara sokaktan girip bahçenin arka tarafına ulaşmayı denesek mi?"
Cemre, sol tarafında kalan sokağa baktı. "Bulabilir miyiz ki?"
"Bilemem." dedi İrem. "En azından bir deneyelim. Ne kaybederiz ki?"
"Hadi deneyelim."
İki kardeş, ara sokağa girip dolaşa dolaşa evin bahçesinin arka tarafına ulaştılar. Duvarın üzerinden bakıp bahçeyi incelediler.
İrem önce Cemre'nin duvardan atlayarak bahçeye girmesine yardımcı oldu. Arkasından da kendisi atladı.
Otların pek uzun olmamasına rağmen ortalık son derece bakımsız görünüyordu. Sanki bahçede arbede çıkmış da izleri hala silinmemiş gibi bir izlenim yaratıyordu.
"Bahçe son derece bakımsızmış." dedi İrem. Bastığı yere dikkat ederek yürüyor, bir yandan da Cemre'ye bakıyordu. "Dikkatli ol."
"Merak etme, elimden geldiğince dikkat ediyorum." diyerek karşılık verdi Cemre, ama son anda ayağı bir yere takıldı. Neyse ki İrem'in kolunu son anda yakaladığı için düşmekten kurtuldu. O anda durup neye takıldığına baktı. "Ağaç dalıymış."
"Bahçe niye bu kadar bakımsız ki?"
"Ev terk edildiğinden beri kimse buraya adımını atmamış gibi görünüyor." dedi Cemre. "Acaba evin içerisi nasıl?"
"Az kaldı. Birazdan öğreneceğiz."
Evin giriş kapısına giden merdivenlerin önüne geldiler. Meraklı, bir o kadar da heyecanlı adımlarla basamakları tırmanarak kapının önüne geldiler.
İrem, elini tokmağa doğru uzatıp kapıyı açmaya çalıştı, ama olmadı. Kapı kilitliydi. Cemre'ye döndü.
"Kapı kilitlenmiş. İçeri nasıl gireceğiz?"
"Bahçeyi bir araştıralım mı? Belki eve girmenin başka bir yolunu bulabiliriz...?"
"Bir şey bulabileceğimiz sanmıyorum, ama araştıralım." dedi İrem. Hınzırca bir gülümseyiş ile Cemre'ye baktı. "Denemesi bedava değil mi?"
"İşte budur!" diyen Cemre, heyecanlı bir şekilde merdivenlerden indi. İrem'in desteği ona deli cesareri vermişti. Sanki dünden razıymış gibi bahçeyi araştırmaya başlıyor, bir şeyler bulmaya çalışıyordu. "İrem! Çabuk buraya gel!"
"Neredesin Cemre?" diye seslendi İrem. Kardeşini bulmaya çalışıyordu, ama ortamın karanlık olması bunu büyük ölçüde zorlaştırıyordu. "Nerey kayboldun? Ne buldun?"
"Evin arka tarafındayım! Buraya gel!"
İrem en sonunda Cemre'yi bulabilmişti. Bir an için hiçbir şekilde bulamayacağını düşünmeye başlamıştı.
Cemre, heykele benzeyen bir insan figürünün önünde duruyordu. Elinde de bir anahtar vardı.
"Onu nereden buldun Cemre?" dedi İrem. Yüzünde şaşkınlık ifadesi vardı. "Hadi söyle!"
Cemre, eliyle heykelin elinde duran nesneyi gösterdi. "İşte orada buldum."
İrem, yavaşça heykele doğru yaklaşarak elinde duran nesneyi aldı. Ne olduğuna şöyle bir baktı.
Kültablasına benziyen eşkenar beşgen şekilli bir nesneydi. Yan yüzeyi olduğu gibi tırtıklıydı. Nesnenin dışarı doğru bakan tarafının tam ortasında da, sanki bir yere takılacakmış izlenimi yaratan kalın bir çıkıntı vardı.
"Anahtar bunun neresinden çıktı?" diye sordu İrem. "Sanki hiçbir yeri açılmayacakmış gibi duruyor.
Cemre, nesneyi İrem'in elinden aldıktan sonra dışarı doğru bakan tarafının tam ortasındaki çıkıntının kapağını hafifçe ittirdi.
İrem şaşırmıştı. "Arkeoloji bölümünü bu kadar istekli okumana şaşırmamalıymışım." dedi İrem. "İnanılmaz bir araştırma ruhun var."
"Ben arkeolog olmalıyım." dedi Cemre. "Keşke sen de benimle aynı bölümde olsaydın. Gidip de neden grafik bölümüne girdin, onu da anlamadım. Benim kadar macera tutkunu olan birisisin ve gidip grafik bölümünde okuyorsun. Hem de dört yıllık!"
"Ne yapabilirdim ki?" diye sordu İrem. Çaresiz kalmış gibi Cemre'ye bakıyordu. "Puanım ancak o bölüme yetiyordu."
"Bir sonraki yıl tekrar sınava girerdin. Mesela ben arkeoloji bölümünü kazanamasaydım, tutturana kadar üniversite sınavına tekrar tekrar girerdim."
"Manyaksın sen Cemre."
"Bunu iltifat olarak alıyorum...?"
"Benim açımdan bir sorun yok." dedi İrem. Kafasıyla da evi işaret etti. "Hadi bakalım, şu eve artık bir girelim."
"Kesinlikle katılıyorum."
İrem aniden durdu.
"Ne oldu?"
"Arkeologlar önden buyursun..." diyerek saygıyla yolu Cemre'ye verdi.
"Sen de en az benim kadar çatlaksın İrem, bunu biliyor musun?"
"Ben de bunu iltifat olarak alıyorum." dedi İrem ve Cemre'yi takip etmeye başladı. "Keşke Berkay da burada olsaydı."
"Haber vereyim mi?"
"Telefon yok ki?
"Ah İrem, ah İrem!" dedi Cemre. Gülüyordu. "Şaka yapıyordum. Her şeye atlamasan iyi olacak. Aslında bazen balık burcundan olduğu düşünüyorum."
"Neden ki?"
"Sazanlıkta üstüne yok da, ondan!"
"Gevezelik etme de önüne bak." dedi İrem. Hafifçe Cemre'yi ittirdi. "Yine tökezleyeceksin."
İki kardeş, aynı merdivenleri tekrar tırmanıp kapının önüne geldi.
Cemre, anahtarı kilide sokup hafifçe çevirerek kapıyı açtı. Ardına kadar ittirdikten sonra da içeri girdi.
Hemen arkasından da İrem girip kapıyı kapattı.
Hafif bir sarsıntı ile kendisine geldi İrem. Başını çevirip baktığında, yanı başında duran Berkay'ı gördü. Yüzünde şaşkınlıkla karışık bir memnuniyet ifadesi vardı. Geçmiş zamanın karanlık derinliklerine fazla dalmıştı. Öyle ki, hala etkisinden kurtulabilmiş değildi.
Berkay da bunun farkındaydı. Onun da yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.
"Sanırım ilgini çekecek bir şey buldum."
"Ne buldun?"
"Tam olarak anlayamadım, ama seni fazlasıyla ilgilendiren bir şey olduğuna eminim; çünkü bulduğum şey, Cemre'nin odasında." dedi Berkay. "Görmek istiyor musun?"
"Tabi ki de" dedi İrem. Kendisini toparladıktan sonra Berkay'ı takip etmeye başladı.
Birlikte Cemre'nin odasının önüne geldiklerinde, Berkay, el fenerini eline alıp içeriye doğru tuttu. Hiçbir şey yokmuş gibi görünüyor olsa da, ışığın aydınlattığı yerlerden birinde bir çift bacak göründü.
"Orada gördüklerim bir çift bacak mıydı?" diye sordu İrem. Sesi korkudan titriyordu. Hemen Berkay'ın arkasındaydı ve omzunun üstünden bacaklara doğru bakıyordu. "Berkay...?"
"Birazdan anlayacaksın. Sabret."
Bacakların kime ait olduğuna bakmak için ilerlediler. Duvara yaslanmış bir şekilde oturan, gençten bir kız gördüler.
Kız, bacaklarını düz bir şekilde uzatmıştı. Başı da yüzünü tamamıyla kapatacak bir şekilde öne eğilmişti. Etrafa saçılmış olan bir sürü fotoğraf vardı.
Berkay, el fenerinin ışığını odanın duvarlarına tuttuğunda ise, tamamı olmasa da bir kısmının kanlar içinde olduğunu gördüler.
"Neler olmuş burada?" diye sordu İrem. Sesi hala titriyor olsa da, merak içindeydi; çünkü olan bitene anlam veremez bir haldeydi. "Bu kız kim? Odanın duvarları neden kana bulanmış?"
"Ben de bilmiyorum, ama sanıyorum ki yerdeki kızda bir iş var."
İrem, Berkay'ın elinden feneri yavaşça aldı. Birazcık olsun cesaretlenmişti. Dikkatli bir şekilde kıza doğru yaklaştı. Önüne gelip çömeldi. Gözü birden kızın ellerine takıldı. Bir fotoğraf tutuyordu. Parmaklarının uçlarının kanlı ve parçalanmış olduklarını gördü. Duvarların neden kanlı olduğunu artık anlamıştı. Bir süre etrafı inceledikten sonra kızın elindeki fotoğrafı dikkatli bir şekilde aldı. Şöyle bir baktığında bir şok geçirdi; çünkü fotoğraf, evinin salonunda asılı duran ve kardeşi Cemre ile birlikte poz verdikleri fotoğraftı. Aynen oradaki gibi birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Cemre başını İrem'in göğsüne dayamıştı. İkisi de gülümseyerek objektife doğru bakıyorlardı.
İrem, şöyle bir gözlerini ovuşturduktan sonra tekrar baktı. Gerçekten de o resimdi. İnanılmaz bir durumdu. Fotoğrafın burada ne işi vardı? Buraya nasıl gelmişti?
"İrem bir şey mi oldu?"
"Bu... Bu fotoğraf... O..." dedi İrem. Fotoğrafı Berkay'a uzattı. "Sence de evimin salonunda asılı duran fotoğraf değil mi?"
Berkay şöyle bir fotoğrafa baktı. "Kesinlikle o... Peki burada ne işi var?"
"Hiçbir fikrim yok." dedi İrem. "O eski eve girdiğimizden beri tuhaflıkların ardı arkası kesilmiyor. Ne anlama geldiğini bilmediğim bir mesaj, bomboş bir şehir ve şimdi de bu fotoğraf. Sırada ne var?"
"Sanırım bir yenisi daha geldi."
"Ne oldu?" diye sordu İrem. "Fotoğrafla ilgili bir şey mi var?"
Berkay, fotoğrafın arkasını çevirip İrem'e uzattı.
İrem, fotoğrafın arkasındaki yazıyı gördü: "CESARETİN, GEÇMİŞİNİ UNUTTURABİLECEK Mİ?"
Şöyle bir düşünmeye başladı İrem. Bir fotoğrafa, bir de arkasındaki yazıya bakıyor, ama herhangi bir sonuca ulaşamıyordu. Aklına türlü türlü şeyler geliyor, ama mantığa ters düşen durumlar yol açtığından dolayı unutmaya çalışıyordu. "Peki bu ne anlama geliyor?"
"Bilmiyorum." dedi Berkay. "Ancak durum onu gösteriyor ki, birisi sana bir mesaj vermeye çalışıyor. Ne olabilir ki?"
"Benden şüpheleniyor musun yoksa Berkay?"
"Hayır, ama ne olup ne bittiğini merak ediyorum." dedi Berkay. "Birisi veya birileri etrafa sürekli notlar yazıyorlar, ama kim veya kimler olduklarını bilmiyoruz. Ondan önce, etrafmızda olup bitenler hakkında hiçbir fikrimiz yok."
"Umarım yakın bir zamanda bir şeyler öğrenebiliriz." dedi İrem. Bu arada, hafifçe eğilip yerde oturan kızın yüzüne baktı. Kızın Cemre olduğunu anlamasıyla başından aşağı kaynar sular dökülmesi bir olmuştu. Ne yapacağını bilemeyen İrem'in beti benzi atmıştı. Hareket edemiyordu. "Berkay...?"
"Ne oldu?"
"Bu kız var ya?" dedi İrem. Parmağıyla yavaşça kızı işaret etti. "Şu yanımdaki...?"
"Evet...? Ne olmuş o kıza?"
"Bu kız Cemre!" diye bağırdı İrem. Yerinden hızla kalktığı gibi Berkay'a doğru koşmak istedi, ama daha bir adım bile atamadan ayağı takılıp yere düştü. Telaş içinde arkasını dönüp baktığında, Cemre'nin aynı şekilde oturmakta olduğunu gördü. Ancak tedirgin olduğu için derhal ayağa kalkıp Berkay'ın yanına gitti.
"Bir an evvel çıkalım şu evden!" diye bağırdı İrem. "Artık daha fazla burada kalmak istemiyorum!"
"Neden? Ne oldu? Neden gidiyoruz?" diye sordu Berkay, ama İrem, Berkay'ın sorusunu cevapsız bırakarak, arkasına bile bakmadan, hızla apartmanın merdivenlerinden aşağıya inmeye başladı.
Binayı terk edip arabaya geri döndüler.
Berkay, arabayı çalıştırıp Girne bulvarı üzerinde sürmeye başladı. Oradan da Cemre'nin yattığı Soğukkuyu Mezarlığı'na ulaşmalarını sağlayacaktı. Bu arada, dikiz aynasına bakarak arkalarını kontrol etti. Apartmanın oldukça geride kaldığını gördü.
"Ne oldu?" diye sordu İrem. Arkasını dönüp geride bıraktıkları yola baktı. "Bir sorun mu var?"
"Hayır... Hiçbir sorun yok." dedi Berkay. Gözlerini tekrardan yola çevirmişti. "Tek düşündüğüm, biz gittikten sonra o evde nelerin olacağıydı."
"Bunun ne önemi var ki? Nasıl olsa o eve geri dönmeyeceğiz."
"Bence o kadar da emin olma; çünkü, o eski evden çıktığımızdan beri bir dizi garip olayla karşılaşmaya başladık." dedi Berkay. "Etrafa olup bitenler hakkında hiçbir fikrimiz yok. Ayrıca başımıza ne geleceğini de bilmiyoruz. Karanlığın içinde el yordamıyla yürümeye benziyor. Bir şeylere takılıp düşmeyeceğimizi nereden biliyoruz?"
"Haklısın, ama karanlığı aydınlatabilmemiz için bizim de o karanlığın içine girmemiz gerekiyor. Yanılıyor muyum?"
"Yanılmıyorsun. Kesinlikle doğru. Bu nedenle de, her şeyden önce soğukkanlı olmamız lazım. Paniğe kapılıp yanlış bir karar vermektense, sakince düşünerek hareket etmeliyiz." dedi Berkay. Gözünü yoldan ayırmıyordu. "Evi kontrol ettikten sonra mezarlığa gitmeye karar vermiştik değil mi?"
"Evet, öyleydi."
"O zaman, doğruca mezarlığa gidiyoruz." dedi Berkay. Arabayı ikinci vitesten üçüncü vitese geçirdi. "Bazı soruların cevaplarını orada bulabileceğimizi düşünüyorum."
"Mezarlığa vardığımızda neyle karşılacağımızı çok merak ediyorum."
"Onu ben de en az senin kadar merak ediyorum İrem." dedi Berkay. "Bu arada, merak ettiğim, ama o anda sorma fırsatı bulamadığım bir şey oldu."
"Ne oldu?"
"Yerdeki kızın Cemre olduğunu öğrendiğin anda, ondan kaçtın. Nedeni neydi? Neden kaçma gereği duydun?"
Bu soru üzerine, İrem bir süre yan camdan dışarı baktı. Konuşmak istemiyordu. Kaçmayı istiyordu, ama Berkay'ın da bir cevap beklediğini biliyordu. "Cemre'nin ölümünü kabullenemiyorken, onu o halde görmeye dayanamadım." dedi. Sesi, dokunulsa ağlayacakmış gibi çıkıyordu. "Baktıkça içimden bir şeyler kopup gidiyordu. Sanki her an canlanarak yerden kalkacakmış, yine o sıcak gülümsemesiyle yüzüme bakacakmış ve eski günlerimize geri dönebilecekmişiz gibi geliyordu. Ancak, boş yere hayal kurduğumu kabul etmem, hiçbir zaman geri dönmeyeceği gerçeğinin suratıma bir tokat gibi çarpılması ve arkasında bıraktığı şeylerin ise, yaşlı bir gözden, kırık bir kalpten ve yarım kalan anılardan ibaret olduğunu yeniden görmem, fazla uzun sürmedi. O anda, kolay yolu seçmeyi, yani kaçmayı istedim; çünkü kendimi savaşabilecek kadar güçlü hissetmiyordum."
"Ne diyebilirim ki?" dedi Berkay. Sözcükler boğazına tıkanıp kalmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. "Seni teselli edemeyeceğimi biliyorum; çünkü bu mümkün değil, ama en azından, her daim yanında olduğumu bilmeni istiyorum."
"Biliyorum. Bir şey demeni de beklemiyorum..." dedi İrem. "Cemre, hiçbir şey olmamış gibi terk edip gitti, ama ben hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edemem. Yeri hiçbir şekilde dolmayacak. Yaramı daha fazla kanatmanın da anlamı yok. Bu kadarı yeter."
Yolların boş olması nedeniyle Soğukkuyu Mezarlığı'na ulaşmaları fazla uzun sürmemişti.
Mezarlığın önüne geldiklerinde, Berkay arabayı yolun kenarına çekip durdurdu.
Birlikte arabadan inip mezarlığa doğru yürümeye başladılar. Ancak kötü bir sürpriz onları bekliyordu.
Giriş kapısı kilitliydi.
"İşte bu harika." dedi İrem. "Kilitli bir kapıyla daha karşılaştık. Mezarlığa nasıl gireceğiz?"
Berkay, mezarlığı çeviren yüksek duvarların dibine kadar gitti. Şöyle bir baktı. İrem'i yanına çağırdı. "Duvarın üzerinden atlayabilir misin?" diye sordu. Ellerini birleştirdikten sonra İrem'in basarak atlaması için uzattı. "Denemek istiyor musun?"
"Hayatta olmaz." dedi İrem. Yüzünde kesin kararlı bir ifade vardı. "Tek başıma içeriye giremem."
"En azından içeride ne olduğuna bak...?"
"Peki, o olur."
İrem, dikkatli bir şekilde Berkay'ın ellerine basıp bir yandan da duvardan destek alarak yukarı tırmandı. Duvarın üzerinden içeriye doğru baktı. Ancak bir süre sonra İrem, Berkay'a inmek istediğini işaret etti.
Berkay, bakışlarıyla ne olduğunu soruyordu.
"Pek bir şey görünmüyor. Sadece tek bir mezarlık gördüm, ama kime ait olduğunu anlayamadım. Zaten epey uzaktaydı."
"Ana kapıdan giremeyeceğimize göre, başka bir yol bulmamız gerekiyor." dedi Berkay. Eliyle arabayı işaret etti. "Hadi arabaya binelim de, başka bir yol arayalım."